Doğa sevdası
Havaların ısınmasıyla sevinen ben ve benim gibi yurdum insanı haftasonu gelince kendini piknik alanlarına ışınladı. Etrafımız betonlarla çevrili olunca, ve de kış haddinden fazla uzun sürünce ister istemez yeşille kucaklaşmak tek özlemimiz olmuştu. Neyse ki bunu geçtiğimiz haftasonu giderme şansına sahip olduk. Temiz hava, mangal kokusuyla da karışınca daha bir keyifli oldu tabiki :)
İnsanoğlunun bu doğaya ve yeşile olan sevdası hiç bitmez.Bitmemeli de zaten.
Bir kayın ağacının 72 kişinin 1 günlük oksijen ihtiyacını karşıladığını düşünürsek ağaçların hayatımızda ne kadar önemli bir yere sahip olduğu ortada.
Ne yazık ki şuursuzca hareket edip doğayı tahrip edenler, orman yangınlarına sebep olanlarda yok değil.
Böyleleri “Erkut Abi” ye teslim edilmeli :DDD
O da “Alın bunların her birini tek tek Tema Vakfı’na üye yapın. Her gün en az 50 ağaç dikip, o ağaçlar yeşerene kadar ormandan çıkmasınlar. Bundan sonrada yeşilden başka renk kıyafet giymesinler” diye cezalandırırdı :DDDDDD Hahhahha :D
Hatırlarsanız küçükken dinlediğimiz tüm masallarda orman vardı. Kırmızı başlıklı kız büyükannesine giderken ormandan geçmek zorundaydı. Pamuk Prenses ve yedi cücelerin kulübesi ormanın içindeydi. Hansel ve Gretel çikolatalarla kaplı kulübeye ormanda kaybolduklarında rastlamışlardı. Ormansız bir masal yok gibi bir şeydi. Bu kadar ormanla iç içe büyümemize rağmen şimdi sadece piknik yapmak istediğimizde ormanlara koşuyoruz.
Populasyon arttıkça yaşam alanlarımız yeşilden uzak, sanayiye yakın yerler oldu. O masallardaki ormanlar azalıp yerini sitelere, kentlere bıraktı. O yüzdendir bu kadar yeşile, doğaya hasretimiz. Bir metrekare çim görünce piknik yapma isteğimiz.(örnek: sahil yolundaki yeşil alanları piknik alanı haline getiren ahali)
Keşke her birimiz, bütün dünya insanları, yaşadıkları evin kapısından çıktıklarında bahçelerindeki ağaçların gölgesinden geçerek onların bıraktığı oksijeni soluyarak güne başlayabilselerdi.
Hepimizin ömrü uzar, hücrelerimiz her sabah saf oksijenle yenilenir, daha geç yaşlanırdık. Hastalıklara daha az yakalanırdık.
Bu kadar alışveriş merkezi yapılacağına o alan park ya da koru haline getirilse.
İnsanlar yürüyüş ya da piknik yapmak için bu kadar uzun yol katetmese.
Küresel ısınma olmasa, kuraklık çoğalmasa.
Kuş sesleri artsa, grilik azalsa.
Yeşil alanlar çoğalsa, çoğalsa, çoğalsa…
Hiç bitmese….
:)
Havaların ısınmasıyla sevinen ben ve benim gibi yurdum insanı haftasonu gelince kendini piknik alanlarına ışınladı. Etrafımız betonlarla çevrili olunca, ve de kış haddinden fazla uzun sürünce ister istemez yeşille kucaklaşmak tek özlemimiz olmuştu. Neyse ki bunu geçtiğimiz haftasonu giderme şansına sahip olduk. Temiz hava, mangal kokusuyla da karışınca daha bir keyifli oldu tabiki :)
İnsanoğlunun bu doğaya ve yeşile olan sevdası hiç bitmez.Bitmemeli de zaten.
Bir kayın ağacının 72 kişinin 1 günlük oksijen ihtiyacını karşıladığını düşünürsek ağaçların hayatımızda ne kadar önemli bir yere sahip olduğu ortada.
Ne yazık ki şuursuzca hareket edip doğayı tahrip edenler, orman yangınlarına sebep olanlarda yok değil.
Böyleleri “Erkut Abi” ye teslim edilmeli :DDD
O da “Alın bunların her birini tek tek Tema Vakfı’na üye yapın. Her gün en az 50 ağaç dikip, o ağaçlar yeşerene kadar ormandan çıkmasınlar. Bundan sonrada yeşilden başka renk kıyafet giymesinler” diye cezalandırırdı :DDDDDD Hahhahha :D
Hatırlarsanız küçükken dinlediğimiz tüm masallarda orman vardı. Kırmızı başlıklı kız büyükannesine giderken ormandan geçmek zorundaydı. Pamuk Prenses ve yedi cücelerin kulübesi ormanın içindeydi. Hansel ve Gretel çikolatalarla kaplı kulübeye ormanda kaybolduklarında rastlamışlardı. Ormansız bir masal yok gibi bir şeydi. Bu kadar ormanla iç içe büyümemize rağmen şimdi sadece piknik yapmak istediğimizde ormanlara koşuyoruz.
Populasyon arttıkça yaşam alanlarımız yeşilden uzak, sanayiye yakın yerler oldu. O masallardaki ormanlar azalıp yerini sitelere, kentlere bıraktı. O yüzdendir bu kadar yeşile, doğaya hasretimiz. Bir metrekare çim görünce piknik yapma isteğimiz.(örnek: sahil yolundaki yeşil alanları piknik alanı haline getiren ahali)
Keşke her birimiz, bütün dünya insanları, yaşadıkları evin kapısından çıktıklarında bahçelerindeki ağaçların gölgesinden geçerek onların bıraktığı oksijeni soluyarak güne başlayabilselerdi.
Hepimizin ömrü uzar, hücrelerimiz her sabah saf oksijenle yenilenir, daha geç yaşlanırdık. Hastalıklara daha az yakalanırdık.
Bu kadar alışveriş merkezi yapılacağına o alan park ya da koru haline getirilse.
İnsanlar yürüyüş ya da piknik yapmak için bu kadar uzun yol katetmese.
Küresel ısınma olmasa, kuraklık çoğalmasa.
Kuş sesleri artsa, grilik azalsa.
Yeşil alanlar çoğalsa, çoğalsa, çoğalsa…
Hiç bitmese….
:)
Tavuk ve sebzelerin uyum içinde mideye indiği hafif,pratik ve enfes bir yemek tarifi. Muhakkak deneyin.
Malzemeler (2 kişilik)
- 6 adet şinitzel dilimi olarak tavuk göğsü
- 4 adet patlıcan
- 1 çay bardağı süt (tavuk için)
- 1 çay bardağı süt (püre için)
- 1 tatlı kaşığı tereyağı
- 3 adet havuç
- 3 adet kabak
- Yarım bağ dereotu
- tuz, pul biber
Yapılışı:
- Patlıcanları bir kaç yerinden delip közleme tenceresinde közleyin.
- Tavukları jülyen kesip 1 çay bardağı sütle suyunu çekene kadar pişirin.
- Közlenen patlıcanların kabuklarını soyup küçük parçalar halinde dilimledikten sonra rondoda çekin.
- 1 tatlı kaşığı tereyağını derin bir kapta eritip üstüne 1 çay bardağı sütü dökün.Patlıcanları ve biraz tuzu ilave edip koyulaşana kadar pişirin.
- Ayrı bir teflon tavaya 1 yemek kaşığı sıvıyağı kızdırın.İçine önce jülyen kesilmiş havuçları(5 dakika kadar) sonra jülyen kesilmiş kabakları ilave edip sebzelerin piştiğinden emin olana kadar soteleyin.
- En son ocağı kapatıp dereotunu ve dilediğiniz kadar tuz katıp karıştırın.
- Servis tabağına önce patlıcan püresini, üstüne tavukları yanınada sebze sotesini koyup servis edin.
Not: Tavuk yerine sotelik kırmız ette tercih edilebilir.