21 Mayıs 2009 Perşembe

Patlıcan Püreli Tavuk ve Havuç Kabak Sote



Doğa sevdası
Havaların ısınmasıyla sevinen ben ve benim gibi yurdum insanı haftasonu gelince kendini piknik alanlarına ışınladı. Etrafımız betonlarla çevrili olunca, ve de kış haddinden fazla uzun sürünce ister istemez yeşille kucaklaşmak tek özlemimiz olmuştu. Neyse ki bunu geçtiğimiz haftasonu giderme şansına sahip olduk. Temiz hava, mangal kokusuyla da karışınca daha bir keyifli oldu tabiki :)
İnsanoğlunun bu doğaya ve yeşile olan sevdası hiç bitmez.Bitmemeli de zaten.

Bir kayın ağacının 72 kişinin 1 günlük oksijen ihtiyacını karşıladığını düşünürsek ağaçların hayatımızda ne kadar önemli bir yere sahip olduğu ortada.
Ne yazık ki şuursuzca hareket edip doğayı tahrip edenler, orman yangınlarına sebep olanlarda yok değil.
Böyleleri “Erkut Abi” ye teslim edilmeli :DDD
O da “Alın bunların her birini tek tek Tema Vakfı’na üye yapın. Her gün en az 50 ağaç dikip, o ağaçlar yeşerene kadar ormandan çıkmasınlar. Bundan sonrada yeşilden başka renk kıyafet giymesinler” diye cezalandırırdı :DDDDDD Hahhahha :D

Hatırlarsanız küçükken dinlediğimiz tüm masallarda orman vardı. Kırmızı başlıklı kız büyükannesine giderken ormandan geçmek zorundaydı. Pamuk Prenses ve yedi cücelerin kulübesi ormanın içindeydi. Hansel ve Gretel çikolatalarla kaplı kulübeye ormanda kaybolduklarında rastlamışlardı. Ormansız bir masal yok gibi bir şeydi. Bu kadar ormanla iç içe büyümemize rağmen şimdi sadece piknik yapmak istediğimizde ormanlara koşuyoruz.
Populasyon arttıkça yaşam alanlarımız yeşilden uzak, sanayiye yakın yerler oldu. O masallardaki ormanlar azalıp yerini sitelere, kentlere bıraktı. O yüzdendir bu kadar yeşile, doğaya hasretimiz. Bir metrekare çim görünce piknik yapma isteğimiz.(örnek: sahil yolundaki yeşil alanları piknik alanı haline getiren ahali)

Keşke her birimiz, bütün dünya insanları, yaşadıkları evin kapısından çıktıklarında bahçelerindeki ağaçların gölgesinden geçerek onların bıraktığı oksijeni soluyarak güne başlayabilselerdi.
Hepimizin ömrü uzar, hücrelerimiz her sabah saf oksijenle yenilenir, daha geç yaşlanırdık. Hastalıklara daha az yakalanırdık.

Bu kadar alışveriş merkezi yapılacağına o alan park ya da koru haline getirilse.
İnsanlar yürüyüş ya da piknik yapmak için bu kadar uzun yol katetmese.
Küresel ısınma olmasa, kuraklık çoğalmasa.
Kuş sesleri artsa, grilik azalsa.
Yeşil alanlar çoğalsa, çoğalsa, çoğalsa…
Hiç bitmese….
:)


Tavuk ve sebzelerin uyum içinde mideye indiği hafif,pratik ve enfes bir yemek tarifi. Muhakkak deneyin.

Malzemeler (2 kişilik)

  • 6 adet şinitzel dilimi olarak tavuk göğsü
  • 4 adet patlıcan
  • 1 çay bardağı süt (tavuk için)
  • 1 çay bardağı süt (püre için)
  • 1 tatlı kaşığı tereyağı
  • 3 adet havuç
  • 3 adet kabak
  • Yarım bağ dereotu
  • tuz, pul biber

Yapılışı:

  1. Patlıcanları bir kaç yerinden delip közleme tenceresinde közleyin.
  2. Tavukları jülyen kesip 1 çay bardağı sütle suyunu çekene kadar pişirin.
  3. Közlenen patlıcanların kabuklarını soyup küçük parçalar halinde dilimledikten sonra rondoda çekin.
  4. 1 tatlı kaşığı tereyağını derin bir kapta eritip üstüne 1 çay bardağı sütü dökün.Patlıcanları ve biraz tuzu ilave edip koyulaşana kadar pişirin.
  5. Ayrı bir teflon tavaya 1 yemek kaşığı sıvıyağı kızdırın.İçine önce jülyen kesilmiş havuçları(5 dakika kadar) sonra jülyen kesilmiş kabakları ilave edip sebzelerin piştiğinden emin olana kadar soteleyin.
  6. En son ocağı kapatıp dereotunu ve dilediğiniz kadar tuz katıp karıştırın.
  7. Servis tabağına önce patlıcan püresini, üstüne tavukları yanınada sebze sotesini koyup servis edin.

Not: Tavuk yerine sotelik kırmız ette tercih edilebilir.


ÖNERİYORUUUM !

STAR TREK
1966 yılında televizyon dizisi olarak başlayan “Uzay Yolu” efsanesi, 2008’de serinin 11. filmi ile yoluna devam ediyor. Kaptan Kirk ile Bay Spock'ın Yıldız Filosu Akademisi'ndeki ilk tanışmalarını ve Atılgan uzay gemisiyle maceraya ilk adım atmalarını konu alıyor günümüze uyarlanan film. Lost'un yapımcısı J.J.Abrams her zamanki gibi başarılı bir yapıta daha imzasını atmış.

Harika bir bilimkurguydu.Sevenler kaçırmasın.

Melekler ve Şeytanlar
DAN BROWN
Filmini henüz seyretmedim.Ama bu hafta yapacaklarım arasında yer alıyor.Çünkü serinin en beğendiğim kitabı bu olmuştu.
Kitaptan aldığım keyfi filmde alabilirmiyim bilmiyorum.
Genelde hayalkırıklığı oluyor çünkü. Da Vinci şifresinde öyle hissetmiştim.
Ama kitap olarak tabiki dört dörtlük.
Heyecanla okumuştum.
Filmi seyretmeden önce okunması tavsiye edilir :)))

7 Mayıs 2009 Perşembe

Elmalı Fındıklı Turta

Sahteeee...
Pazar sabahı güzel bir kahvaltı ettikten sonra planladığım gibi kuaförde aldım soluğu.
Biz kadınların asla vazgeçemeyeceği mekanlar bir kuaförler, iki alışveriş merkezleri :p :p
Kuafördeki bütün kadınlar harıl harıl biraz daha bakımlı ve güzel olabilmek adına saatlerini harcarlar burada ve aynalardan birbirlerini ister istemez keserler.Valla beni kestiler sekiz ayna şahit :ppp


Siz de gözlemlediyseniz bilirsiniz, can sıkıntısından iki dergi karıştırdıktan sonra kişi etrafa göz gezdirmeye başlar.
Bir analiz yapmak gerekirse; biz bayanlar ne sadece kendimiz, ne de sadece eşimiz,dostumuz için onca bakıma ve uğraşa giriyoruz. Aslında derdimiz hemcinslerimiz. Bunu bir çok kadın üstüne bile almayabilir ama genel anlamda durum bundan ibaret.
Bu kadar bakıma, zaman harcamaya hemcinslerimizle girilen gizli bir yarış sebep oluyor bence. Kalabalığa karışıldığında, ortamlara girildiğinde hep diğer bayanların yanında “en” olmaya çalışmak mıdır dert bilemiyorum. Ama şu bir gerçek ki hiçbir kadın “ben beğenilmekten, özenilmekten, takdir görmekten hiç hazzetmiyorum” demez. Bu bizim can suyumuz gibi bir şey. Ben bunu çok doğal buluyorum. Her şeyde olduğu gibi bunda da işin aşırıya kaçmasından yana değilim sadece. Bu bir yarış olmamalı ve kıskançlık boyutuna gelmemeli.
Ben bir dostumun ya da yeni tanıdığım birinin saçının rengini beğenmişsem veya üzerine aldığı bir kıyafet hoşuma gitmişse bunu açık yüreklilikle dile getirmeyi tercih edenlerdenim. Bundan hiç bir rahatsızlık duymam. Bu tip konularda stratejik davranamam çünkü. İçimden nasıl geliyorsa öyle .
Amma velakin bazı hatunlar bunu başaramıyorlar ne yazıkki. Gözler kalbin ve ruhun aynasıdır sözü bu konuda her şeyi apaçık ortaya döküyor. Dili başka, suratı başka söylüyor. Kuaförde böyle bir olaya şahit oldum. İki bayan arkadaş kuaförde karşılaştılar. Sarmaş dolaş olmalarından tabiri caizse "kanka" oldukları aşikardı.Beden dilleri birbirlerini sevdiğini söylesede mimikleri ve gözleri tam tersini söylüyordu. Biri diğerinin saçını, diğeri çantasını öve öve bitiremedi.Ama kesinlikle haddinden fazla abartarak. Sanki biri dünyanın en güzel, en kaliteli çantasını almış, diğerinin saç rengi de dünyada başka kimsede yok :s :D
Bi de böyle hatunların mıç mıç, hadi sevgi pıtırcığı olalım halleri vardır.Sanki bir erkekmişim gibi konuşuyorum ama bazıları çok abartmıyor mu bu sevgi durumlarını? Sanırsın biri diğerini doğurmuş.Şapır şupurlar sürekli. Ama nasıl.
Samimiyetin suyunu çıkardılar gözlerimin önünde. Üstelik bana hiçte samimi gelmediler.
Kimse kimseyi eşit derecede sevmek zorunda değil elbette. Zaten bu mümkünde değil. Ama çok sevmediğin halde çok severmiş gibi yapmak. Hiç bana göre değil.Çok irrite duruyor.
Bu görüntülerden kaçmak istedim ama kafamda boyayla zor olacağı için maalesef dakikalarca bu sahte tabloyu seyrettim bir Pazar günü.


Neyseki sonuçta saçımı beğendim de günü kurtarmış oldum :)

Sonra da bu turtayı yaptım :)

Malzemeler:

Hamuru için:

  • 3 su bardağı un
  • 2 su bardağı pudra şekeri
  • 2 tatlı kaşığı tarçın
  • 1 paket tereyağı

İçi için:

  • 3 adet elma
  • 1 tatlı kaşığı tarçın
  • 2 tatlı kaşığı pudra şekeri
  • 1 su bardağı çekilmiş fındık

Yapılışı:

  1. Un, pudra şekeri ve tarçını derince bir kaba eleyin.
  2. 1 paket tereyağıyla hepsini ekmek kırıntısı kıvamına gelecek şekilde yoğurun.
  3. 3 yemek kaşığı soğuk suyu (su buz gibi olsun) azar azar hamura katıp yoğurmaya devam edin. Sert bir hamur elde edin.
  4. Hamuru 1 saat kadar buzdolabında bekletin.
  5. İçi için elmaları rendeleyin.Fındıkları,pudra şekerini ve tarçınıda ilave edip hepsini karıştırın.
  6. Buzdolabından çıkardığınız hamurun üçte ikisini turta kabınıza sığacak şekilde oklavayla açıp yerleştirin.Yaydığınız hamuru bir kaç yerinden çatalla delin kabarma yapmasın.
  7. Üstüne elmalı fındıklı harcı yayın.
  8. Kalan hamuruda oklavayla açıp birer parmak kalınlığında şeritler keserek kafes şeklinde harcın üzerini kapatın.
  9. Önceden 200 derecede ısıttığınız fırınınızda 20 dakika kadar pişirin.
  10. Fırından çıkıp biraz soğuyunca üzerine pudra şekeri serpip servis edin.

ÖNERİYORUUUM !

X-Men-Wolverine
Başlangıç filmi olarak eksik yönleri vardı.Batman'in başlangıç filmini daha çok sevmiştim ve başarılı bulmuştum. X-Men-Wolverine diğer X-Men filmleriyle karşılaştırıldığında zayıf kalsada fantastik film sevenlerin izlemesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum.
Aksiyon ve görsel efektler için seyredilir.

BOLT
Bir animasyonda hem aksiyon, hem macera, hem komedi, hem de fantastik öğeler arıyorsanız bu filmde bulacaksınız.
Çocuklar için mükemmel, yetişkinler için eğlenceli bir film.

22 Nisan 2009 Çarşamba

Tavuklu Makarna Salatası

Tombik Kadınlar Ordusu
Dün yürürken dikkatimi çekti. Türk kadınlarının ciddi anlamda bir kilo problemi var arkadaşlar. Göbek ve kalça bölgeleri almış başını gidiyor.Hanımlarımızın aynaya baktıklarından şüpheliyim.Baksalar bile pek umursamıyorlar sanırım. Kendilerine karşı özellikle evlendikten sonra bir küs olma durumları var nedense.
Pek ilgilenmiyorlar nasıl göründükleriyle. Kilolu muyum, karın çevrem 100 mü olmuş, 50 beden mi giyiyorum hiç umurlarında değil.

Bekarken ideal kiloda olan bir kadın, nasıl olsa evlendim, alan almış, satan satmış mantığıyla, 3-4 beden genişliyor bunu da çok normal görüp kabulleniveriyor.
Hele doğum yaptıktan sonra bu onların bahanesi oluyor. Doğumdan sonra kaldı kilolar. Hayır, niye kalsın? Hem hamileyken, hem de doğumdan sonra doğru ve sağlıklı beslenmeyi tercih etmezsen o kilolar yerleşir. Doğumdan sonra sütüm azalmasın diye bol bol yiyenler yanlış davranıyorlar. Çünkü sütü yapan yiyecekler değil tüketilen sıvılar. Doktorlar süt olması için bol sıvı içmeyi öneriyorlar, yemeyi değil.

Yemeyi içmeyi seven bir milletiz bu bir gerçek. Türk yemeklerinin özü yağ, et, salça.Turistlerin burada ilk tatmak istedikleri yemek kebap olunca bununla özdeşleşiyoruz haliyle. Her sokak başında dönerciye, dürümcüye, lahmacuncuya rastlamak mümkün. Bunlarda pek sağlıklı besin olmuyor maalesef. Yağ,protein ve karbonhidrat patlaması yaşıyoruz bunları yiyince. Sonra kollesterol tavan :D
Beden XXXL :))))))))

Sadece dış görünüşümüz düzgün olsun diye değil kalp ve damar sağlığı açısından da aşırı kiloya izin vermemek gerektiğini, günde 20 dakika yürümenin bile kalp ve damar hastalıkları riskini azalttığını televizyonda Türk Kardiyoloji Derneği’nin hazırladığı eğitici görüntüler söylüyor. Görüntülerdeki siteyi ben ziyaret ettim. Sitede kalp sağlığıyla ilgili bilgilere ulaşırken, kalp için sağlıklı yemek tarifleri de bulunuyor.

Yaş ilerledikçe metabolizma daha da yavaşlıyor. Günde alınması gereken kalori miktarını da aşınca ve de hiç spor yapmayıp az hareket edince şişmanlar ordusu şeklinde sokaklara dökülüyor hanımlarımız ve kötü bir görüntü oluşuyor yollarda.
Sonra da eşlerini çıtırlarla dolu işyerlerine gönül rahatlığıyla gönderiyorlar !! :s

Son olarak diyeceğim şu ki; önce sağlık için, sonrada aynaya baktığınızda özgüveninizin size yeniden gülümsediğini görmek için sağlıklı beslenme ve her gün bol hareket hanımlar ve beyler :)



Tarifim;

Malzemeler:

  • 500 gr.kelebek makarna
  • 6 parça şinitzellik tavuk göğsü
  • 1/2 paket pane harcı
  • 1 yumurta
  • 1 adet havuç
  • Yarım bağ dereotu
  • 1 küçük kutu mısır
  • Mayonez (az yada çok size kalmış)

Yapılışı:

  1. Makarnayı 7-8 dakika kadar tuzlu suda haşlayıp süzün.
  2. Tavuk göğüslerini çırpılmış yumurtaya ve pane harcına bulayıp kızartın.
  3. Havuçları rendeleyin ve geniş bir kapta makarna, havuç, mısır ve dereotounu biraz mayonezle karıştırın.
  4. Bu karışımı salata tabağına boşalttıktan sonra jülyen doğradığınız tavukları üzerine dökün ve servis edin.

ÖNERİYORUUUM !

KNOWING
Nicolas Cage'in oyunculuğuyla başarısı artmış, kurgusu güzel bir film.
Görsel efekt açısından tatmin edici, fakat havada kalmış uzaylı mı melek mi sorusu var.
Baştan sona beni sürükleyen bir film oldu.Sinemaseverler kaçırmasın.

The Fast and the Furious
Araba ve hız meraklılarının iple çektiği çoğu erkek izleyicilerden oluşan filmi bir bayan olarak değerlendirirsem hoşuma gittiğini söyleyebilirim.
Bundan önceki bu seriden ayrı bir film olarak düşünebileceğimiz Tokya Drift'den daha çok keyif almış ve beğenmiştim.
Bu filmin izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.Çünkü Vin Diesel ve Paul Walker ikilisi bu filmde de başarılı bir grafik çiziyor.

15 Nisan 2009 Çarşamba

Sevgili Öykü'nün başlattığı bu asil insanın sevgi dalgası etkinliğine katılmamak olur mu?
Sadece özel günlerde değil her zaman KALBİMİZDESİN !

13 Nisan 2009 Pazartesi

Cevizli Kurabiye

Yazamadım uzun zamandır.
Sebebini tam olarak bilemesem de bir süre “duraklama dönemi”ne girdim sanırım. Ya da nadasa bıraktım kendimi.
İnsan psikolojisi işte !
Buna ihtiyacım varmış gibi geldi. Zaman zaman ruhumuz bir yerlere kaçmak ister.
Belki de saklanmak. Farklı bir moda bürünmek. Benimki öyleydi.
Ana yolda giderken farklı bir sokağa sapmak istedim. O sokakta ana yola çıkıyormuş neyseki :)

“Gerileme dönemi”ne girmeden toparlandım :) ve işte buradayım.
Günah çıkarma faslı bu kadar. Sadede gelelim.

Geçen gün bir gazete kadınların 7 günahını araştırmış ve bunu yazı haline getirip okuyucularıyla paylaşmış. ("Seven" filmini izleyip çok etkilenmiş olmalılar :p)
Efendim, biz kadınların günahları ; tembellik,merak, açgözlülük,gurur,dedikodu, alışveriş ve kıskançlıkmış. Bunlar bir tek bizim cinsimize has özellikler değil ama en çok bize yakıştırılmış günahlar.
Şimdi;
Tembellik : Bu özellik, sabahları çayını doldurup, boş ve insana hiçbir şey katmayan kadın programlarını hiç kaçırmadan takip eden, seda sayanla yatıp petek dinçözle kalkan, her sabah göbek atma enerjisini içlerinde nasıl bulundurduklarını anlayamadığım ve bu yüzden evini boşlayan hatunların her gün işledikleri bir günah :) Hiç üstüme alınmıyorum bu günahı :p

Merak : Azıcık ucundan da olsa var hepimizde. Ölçüsü kadından kadına değişir bana göre.Kimi komşusunun, akrabalarının iç çamaşırına kadar şeceresini öğrenmek ister.Bu ona ne sağlar meçhuldür. Kimi arkadaşının kullandığı rujun renk kodunu merak eder. Bu da pek günahtan sayılmaz.

Açgözlülük : İmkb günleri vardır kadınların. Kurlar bile bunlara göre iner çıkar :)
Böyle günlerde bir tabağa 20 çeşit yiyecek konulur. “Ay çok koymuşsun yiyemem ben bunu şekerim” der Obez Hanım. Ama iki laklak, bir kahkaha. Kırıntıları bile kalmaz o kadar çeşidin tabakta. Sonra “ Bak ısrarına dayanamadım canım, çok yedim. Yoksa yemiyorum bu kadar” der.
Hadi oradan !! Senin dayanamadığın karbonhidratın cazibesi. Açgözlüsün sen aç !Bu yüzden günahkarsın! Ve cehenneme gideceksin :)Hahahahaah :D

Gurur : Bu günah mı canım şimdi ? Olmazsa olmaz bu.

Dedikodu : Bunu hayatlarının odak noktası haline getiren kadınlar yok değil. Eski bir sekreterimiz vardı duyduğu bir haberi 10 dakika içinde bütün odalara yayma yeteneğine sahip biriydi. O derece kendini bu konuda yetiştirmiş uzman bir kişilikti :) Eğer bu gerçekten bir günahsa cehennemde ona özel bir süit ayrılmıştır herhalde :)

Alışveriş : Çok günah işledim sayın peder :p

Kıskançlık : Çok kıskanç, adama göz açtırmayan, boğan kadınları hiç anlamıyorum.Böyle davranan kadının kendine özgüveni yoktur bana göre. Her an adamın kendisini bir başkası için terk edeceğini düşünerek hayatı kendilerine ve birlikte oldukları erkeğe zehir ederler. Erkeğin onlara karşı saygısının azalmasına sebep olurlar. Zaten çapkınlık potansiyeli olan bir erkekle birlikteysen onun hayatında ömür boyu sadece sen olmayacaksın. Ya bunu tercih etme ya da bu günahı işleme !!

Çok kolay, mutfağınızda sürekli bulunan malzemelerden yapılıyor bu kurabiye.

Malzemeler:

  • 1 paket margarin
  • 1 su bardağı pudra şekeri
  • 1 su bardağı ceviz (çekilmiş)
  • 1 yumurta akı
  • aldığı kadar un
Yapılışı:
  1. Margarini eritin.
  2. Ilınınca pudra şekeriyle çırpın.
  3. Elinizle şekil verebileceğiniz kıvama gelene kadar un ilave edin.
  4. Cevizden 1 çay tabağı kadarını kenara ayırın.Geri kalanını hamura katıp yoğurun.
  5. Elinizle şekil verip üst kısmını yumurta akına değdirip sonra cevize bulayın.
  6. Pişirme kağıdı yaydığınız tepsiye dizip önceden ısıttığınız 170 derecede fırında 20-25 dakika kadar pişirin.

ÖNERİYORUUUM !

Changeling
Angelina Jolie bu filmle oscara aday gösterilmişti. Kazanması gerekeninde o olduğunu düşünüyorum.
Gerçek bir hikayeden uyarlanan bu film beni oldukça etkiledi.
Çocuğu kaybolan bir kadının onu bulmak için polis teşkilatını da karşısına alarak direnişi takdire değerdi.
İyi bir hikaye ve oyunculuk kalitesi.
İzlenmeli.
Nil Kıyısında
Kendine has melodileri ve sözleriyle sıradışı bir Nil albümü.

Ben çok sevdim :)

26 Mart 2009 Perşembe

Bombay Fasülye Pilakisi

Notlar …

“Güneşi Gördüm”ü merak ediyorum.Bir an evvel seyretmem lazım.Şu eleştirmenler evrensel film olmadığını savunuyorlar ve acımasızca eleştiriyorlar ya !
Bir filmin iyi olabilmesi için; illa Nuri Bilge Ceylan’ın yönetmesi veya Kapıkule’den dışarıya çıkabilmesi mi gerekir, hiç anlayamıyorum. Kımızıgül aştı kendini, bence takdir edilmeli biraz :o
Film dedim de, biraz geç olsa da “Twilight” filmini seyretmek kısmet oldu. Hani bir insan ve vampir arasındaki sıradışı ve epik bir aşkı konu eden, yazar Stephenie Meyer’in “Alacakaranlık” romanından uyarlanan filmi. Makyajları biraz abartılı bulsam da hikaye ve aşkın izleyiciye yansıması çok başarılıydı.Devam filmi de çekiliyormuş.
Ne mutlu :)

Seçimler geldi çattı ! Bu seçimler bana yerel seçimlerden çok genel seçim olacakmış havası verdi. O derece gaza geldi partiler. Mitinglerde sataşmalar, her yana asılmış bayraklar, tanımadığımız, Türkiye’yi değil dünyayı kurtaracakmış gibi sırıtan resimlerle dolu sokaklar.
Eski oturduğumuz sokağın bakkalı bile muhtar olmak için adaylığını koymuş. Nedir bu politika sevgisi ? Adam daha para üstünü doğru düzgün veremezken !!!
Ama tabi bu ülke Receplerin ülkesi. İvedik ve Erdoğan’da halkın içinden gelip çok sevilmedi mi? Bakkal neden ben de bu ülkeyi yönetemeyeyim diye düşünmez mi? Haklı adamcağız :)
Sen Bakkal’sın, büyük düşün !!

Şu güneş yüzünü göstersin, şu bahar kokusunu bir alayım . Hemen kendimi Büyükada’ya ışınlamayı düşünüyorum. Bu gri renk beni çok sıktı. Yeşil rengi ve doğayı kucaklamak için can atıyorum :s

“Amansız Ol”
Reklamlarda duymuşsunuzdur. Türk Milli Takımımızın yeni sloganı !
Bu cümlenin doğru kullanıldığını düşünmüyorum.
Milli olarak yüreklendirmesi gereken kelimeler seçerken daha dikkatli olunmalı sanki.Milletimiz yüreklenelim derken “amansız” kelimesinin anlamını araştırmaya ve tartışmaya başladı :s

Hangi web sayfasına girsem Seda Sayan’ın fotoğrafı ve elinde zayıflamasının sırrı olan elma-krom maddesi. Hala zayıflamak için spor yapmanın ve doğru beslenmenin gerektiğini bilmeyenlerin beynine empoze edilmeye çalışılan bir reklam.
Zayıflamak için niye kapsül yutayım ? Zayıflamaya kesin karar verdiysem ve iradeli biriysem zayıflarım zaten. Bana fenalık geldi elmalı Seda Sayan’dan :s


Tarifim;

Malzemeler:
  • 250 gr. Bombay fasülye
  • 1/2 çay bardağı sıvıyağ
  • 1 adet havuç
  • 1 adet soğan
  • 3-4 diş sarımsak
  • 4 adet kesmeşeker
  • 1 tepeleme yemek kaşığı domates salçası
  • tuz
  • 1 avuç kıyılmış maydonoz
Yapılışı:
  1. Fasülyeleri 1 gün önceden tuzlu ılık suda bekletin.
  2. Bir gün sonra haşlayıp süzün.
  3. Tencerede sıvıyağda ince ince kıydığınız soğan ve havuçları soteleyin.
  4. Bütün halde sarımsakları da katın.
  5. Salçayı ekleyip kavurun.
  6. Sıcak su ekleyip fasülyeleri içine boşaltın.
  7. En son tuz ve kesmeşekerleri katıp kısık ateşte pişmeye bırakın.
  8. 30-40 dakika kadar sonra ocağın altını kapatıp maydonozları üzerine dökün ve kapağını kapatın.
  9. Soğuyunca servis edin.

ÖNERİYORUUUM !

Twilight
Robert Pattinson ve Kristen Stewart göz ve yürek dolduran bir aşk filmine imza atmışlar.İkisinin performansıda çok doğal ve başarılı.
İkincisini sabırsızlıkla beklediğim, izlemekten keyif duyduğum bir aşk filmiydi.
Kesinlikle izlenmeli :)
Meet Dave
İnsan şeklindeki uzay aracı dünyaya gelirse neler olur?
Eddie Murphy mimikleriyle ve komik görsel sahneleriyle eğlendiren, keyiflendiren bir film.
Sıkılmadan izledim.

16 Mart 2009 Pazartesi

Fırın Sütlaç

Ölü balık
Herkes nasıl hayatından bezgin, tatsız tuzsuz çalışıyor böyle anlatamam. Ekonomik buhran herkesi depresyona soktu.
Ne krizmiş be !!
Ölü balıklara döndü ahali.

Misal ;
Ne zamandır kendime saç düzleştiricisi almak istiyordum.Önce internetten baktım hangi marka iyidir, hangi özellikleri olan üründen daha iyi verim alırım, forumlara girdim memnun kalınmayan hangisiymiş falan filan diye okudum. İşte seramik kaplamalı olacak, elektriklenmeyi önleyen iyon özelliği olacak, ele alınınca çok ağır olmayacak…vs.vs.
Bir kaç markayı beynime yazdım. Önce Vatan Computer’e gittik eşimle. Fotoğraf makinemi ve cep telefonumu oradan almıştım. Hizmeti fena değildi. Saç düzleştiricilerinin olduğu stand ta iki bayan satış elemanı vardı. Bize bön bön bakmalarından arızalı tipler olduklarını anladım ben tabi. Üzerimde böyle insanları çeken bir mıknatıs olduğunu düşünmeye başladım son zamanlarda :)))
Birinci elemanın gösterdiği aletin kutusundan başka ürün çıktı. Fiyatını sorduk. Biri 150 diğeri 200 dedi. Fiyatı muamma yani. Bizimle ilk ilgilenen elemanın yüz ifadesi mimiksiz, donuk.Tam bir robot.Ölü balık ! :) Gitti bir yerlere, sonra kayboldu. İkinci kız bizimle ilgilenmeye başladı. İlgilenmek denirse. Çeşit az. Bunlarda ellerindekini bize kakalamaya çalışıyorlar.Göstere göstere bir tane ürün gösterdi.Saçımı açtırdı.”Durun nasıl düzleştirilir, göstereyim” falan dedi.Ben, bir satış elemanı olarak ürünün özelliklerini anlatacak diye beklerken kız saçıma fön çek
meye başladı.Zar zor elinden aldım.”Benim test etmem lazım, hafif mi, değil mi bir bakayım” dedim. “Hayır, düzleştiriciyle beraber sizi de mi veriyorlar” diyecektim kendimi zor tuttum. “Bunun özellikleri ne ? İyon özelliği var mı bunun ?” diye sordum. “Bilmiyorum isterseniz interneti açayım okuyun” demez mi? Bunu süs olarak koymuşlar oraya.Satış elemanı değil, kuaför olacakmış aslında. İnternetten sipariş verirdim, niye geldim ki ben buraya? “ Kalsın” dedim ve almadan çıktık. Teknosa’ya gittik. Oradan alabildim neyseki :s

Genelleme yapıp kırıcı olmak istemiyorum kesinlikle. Ama mağazalardaki satıcı
arkadaşların çoğunun gerçekten yapmak istediği iş bu değil de iş bulamadıkları için bu işi yapıyorlarmış gibi geliyor bana. Gerçekten hayallerine ulaşmış, yapmak istediklerini yaşamına geçirebilmiş kişi çok azdır muhtemelen. Kim nerede dikiş tutturmuşsa, parasını nereden kazanabiliyorsa orada devam ediyor hayatına.Ya da bir sıçrama tahtası gibi görüp bulunduğu yeri pek ciddiye almıyor.Ekmek aslanın ağzında olunca suçlamamakta lazım onları. Ama sevmesen bile yaptığın işe saygı duyacaksın, en azından bu işten para kazandığını bileceksin. İşinden nefret eden, memnun olmayan kişi anında kendini açığa çıkartıyor.Özellikle müşterilerle direkt temas halinde olanlar çok daha fazla kendilerini belli ediyorlar.
Yüzlerinden akıyor bu ve hemen karşısındakine geçiyor.

Bir düşünür demişki ;
Ya işinizi sevin !
Ya da sevdiğiniz işi yapın !
Sevmiyorsanız bırakın, sevenler yapsın !
Cuk oturdu konunun üstüne ne diyeyim daha :))))

Tarifim;
Malzemeler:
  • 1 lt.süt
  • 1/2 su bardağı pirinç
  • 1 su bardağı toz şeker
  • 1.5 yemek kaşığı buğday nişastası
  • 1 paket vanilya
  • 1 yumurta


Yapılışı:

  1. Pirinçleri yıkayıp orta boy bir tencerede üzerini biraz geçecek kadar su koyup yumuşayana kadar haşlayın.
  2. 1,5 su bardağı kadar sütü bir cezveye ayırın.
  3. Sonra üzerine kalan sütü ve 1 su bardağı toz şekeri döküp kaynayana kadar karıştırın.
  4. Cezvedeki süte nişasta ve vanilyayı katıp sürekli karıştırın ve koyulaşınca sütlacın içine katın.
  5. 6-7 dakika kadar daha pişirip ocağı kapatın.
  6. Sütlacın içinden küçük bir kase sütlaç ayırıp biraz soğutun.
  7. Kalan sütlaçları kaplara dağıtın.
  8. 1 yumurtanın sarısını çırpıp ayırdığınız kasedeki sütlaca katıp karıştırın.
  9. Kaplardaki sütlaçların üzerine eşit şekilde yumurtalı harcı yayın.
  10. Fırın tepsinize kapları yerleştirip kapların yarısına kadar gelecek şekilde tepsiye su doldurun.
  11. Önceden ısıtılmış 200 derecede fırında üzerleri kızarana kadar pişirin.

ÖNERİYORUUUM !

Slumdog Millionaire
Yıllar sonra da hatırlanabilecek ve oscarı haketmiş bir film kesinlikle.
Çocuk oyuncuların performansları o kadar doğal ve başarılıydı ki etkilenmemek mümkün değildi.
Hikayesi, yarışma sorularıyla, yaşanan anıların içiçe geçmiş bir şekilde anlatımı takdire değerdi.
Beğeniyle izlediğim, herkesin izlemesi gerektiğine inandığım bir film.
İki kere öneriyorum :)
Open Season 2
Ailece izlenebilecek, komik sahneleri ve zekice yapılmış esprilerle dolu eğlenceli bir animasyon.
Özellikle Köpekleri çizen yaratıcı arkadaşı tebrik ediyorum :)

10 Mart 2009 Salı

Sebzeli Musakka

Aşk , meşk ....

Dürüst olmak gerekirse son zamanlarda pek yazasım yoktu. O yüzden ara biraz uzadı biliyorum. Ama zorla , sanki mecburmuş gibi yazmakta bana göre değil. İçimden geldiği anda yazmalıyım ki samimi olsun, duygularım size geçsin.

Dün gece sıradışı bir aşk filmi seyrettim. Böyle sıradışı hikayeler ve Yahudilere yapılan zulümlerle ilgili filmler genelde oscarı kazandığı için Kate Winslet’ın “The Reader” filmiyle “en iyi kadın oyuncu” oscarını almış olması şaşırtıcı değil. Performansının oscarı hak edecek derecede olduğunu düşünmüyorum o ayrı.

Seyrettiğim filmlerde azıcık ucundan bile olsa aşk olması lazım. O zaman film benim için daha önemli bir hal alıveriyor. Ki sinema ve dizi sektöründeki senarist arkadaşlar da akıllıca davranıp genelde her filme biraz aşk iksiri damlatıyorlar ve filmleri daha cazip bir şekle dönüştürüveriyorlar. Seyirci sayısı da ister istemez katlanıyor böylece.

Aşk insanın kimyasını değiştiriyor diyorlar ya. O kimyanın, değişime ihtiyacı var onu bilmiyorlar. Hani kan şekerin düşer, telaşla çikolata, tatlı falan ararsın ya onun gibi bir şey aşk. Olmadı mı hasta gibi dolaşır, kendine enjekte edecek sevgi sözcükleri ararsın:)))
Mazhar Alanson ne güzel demiş ;“ hiç aşık olmadım diyenleri anlamıyorum, aşık olmayan eşektir” diye. Aşksız hayat olur mu hiç ? Birini sevmeden, ruhu nasıl coşar insanın ? Dinlediği şarkıların anlamı olur mu? Şarkıların yüzde doksandokuzu aşk üzerine yazılıyken hem de :)

Aşka, sevdiğin insana kendini iyi hissetmek için ihtiyaç duyarsın. Bu anlamda biraz bencilce tabi. Çünkü mutlu olman için o insan hep hayatında olmalı, oradan hiç çıkmamalı. Sesini hep duymalısın ki yediğin yemeğin tadını alasın. Duymadığın zaman midene bir sancı girer, kanın çekilir, hastalık belirtileri baş gösterir. Yataklara düşersin :P Hani Türk filmlerinde aşk acısından verem oluyorlar ya , bu yüzden işte :P Sevdiği kişi gelmeden iyileşemiyor hatun ;
“ Ekrem nerde annee, hala gelmedi mi yoksa ?” diye baygınlıklar geçiriyor :)))))))

Çocukken, dizi filmlerde, kriterlerime ve yaşıma uygun olan karakterlere aşık olurdum. İlk aşkı keşfim platonikti benim. Belki bir çok kişinin öyledir.Hayranlıkla, aşk birbiriyle kardeş olduğu için olsa gerek. Sadece ve sadece gördüğün, dokunamadığın ve seni hiç tanımayan birine sevgi beslemek…. Şimdi düşününce çok garip geliyor. Ama çocukken bile patlamaya hazır bir yanardağın lavlarının içimde bir yerlerde fokurdadığını anlıyorum şimdi.

Doğamızda var, aşka teslim olmak için can atıyoruz hepimiz. Bizim gibi etten, kemikten yapılmış bir insana bağlanmak, onun da bizi, belki de bizim onu sevdiğimizden çok sevmesi için deliriyoruz.
Sanırım, bu üç harfli kelime, bizi yoğun bakımdan çıkarıp, beynimize oksijen gitmesini ve kalbimize kan pompalanmasını sağlıyor.
Yoksa “eşek” değil de morgtaki ölülerden pek bir farkımız kalmıyor.


Malzemeler:


  • 250 gr. kıyma
  • 2 adet patlıcan
  • 2 adet kabak
  • 2 adet patlıcan
  • 200 gr.haşlanmış bezelye
  • 1 adet orta boy soğan
  • 2 adet çarliston biber
  • 2 yemek kaşığı domates salçası
  • 1/2 tatlı kaşığı acı biber salçası
  • tuz, karabiber,kimyon

Yapılışı:

  1. Patlıcanları alacalı soyup tuzla suda biraz beklettikten sonra küp küp doğrayın.
  2. Patates ve kabaklarıda soyup küp küp doğrayın.
  3. Üçünüde kızartıp kağıt havlu serdiğiniz genişçe bir tabakta biraz bekletin. (Böyle yemek fazla yağlı olmuyor)
  4. Bir tavada kıymayı kavurun.Üzerine ince ince doğradığınız soğan ve biberleri de katıp soteleyin.
  5. Salçaları, tuz,karabiber ve kimyonu katın.
  6. Kaynamış suyu bu harcın üzerine döküp 2 dakika sonra ocağı kapatın.
  7. Fırın kabınıza patlıcan, kabak ve patatesleri güzelce dizin.
  8. Üzerine haşlanmış bezelyeleri ve kıymalı harcı döküp gerekirse üstüne 1 parmak çıkacak kadar sıcak su ilave edip 170 derece fırında 40-45 dakika kadar pişirin.

ÖNERİYORUUUM !

The Reader
Filmin özünde çok büyük bir aşk yatıyor ama senaryo bunu insanın gözüne sokmadan işliyor.Filmde en çok beğendiğim yön de buydu, buram buram aşk kokmuyor ama bir erkeğin özünde ilk aşkını nasıl unutamadığını anlatıyor.
İki zamanlı geçen filmde, bir kadının (saflık mı, utanç mı yoksa cehalet mi ) kendince bir sebepten hayatından feragat etmesi acı bir yüzle karşımıza çıkıyor.
İzlenmesi gereken iyi bir hikaye.
Yesman
Üç kelimeyler "harika bir film"
Jim Carrey bu filmde yine tarzını bulmuş ve cuk oturmuş.
Hayatında "evet"e az yer ayıranların ve sürekli "evet" diyenlerin kesinlikle izlemesi gereken bir film.
Eğlendim ve keyif aldım.
Şiddetle öneriyorum.

27 Şubat 2009 Cuma

Ton Balıklı Salata



Mutluluk bir "puzzle" mı ?

Bu soğuklardan dolayı hiç yataktan çıkasım yok.Resmen tırmalıyorum çıkmamak için. Alarm çalıyor, ben yorganın içine daha bir gömülüyorum sanki. Hafifçe gözlerimi aralayıp pencereye baktığımda beni ısıtan, heyecanlandıran güneş ışıkları yerine gri rengin hakimiyetini görünce daha bir kuvvetli kapatıyorum gözlerimi. Alarm zıvanadan çıkıp, geç kalma dürtüsü iyice ayyuka çıkınca ayaklarımı sürte sürte, omuzlarım düşük ve asık bir suratla kendimi banyoda buluyorum.
Bin elli kere soğuk suyu yüzüme çarparak kendime geliyorum. Kışa, soğuğa lanet okuyup lahana gibi kat kat giyiniyorum ve haydi bakalım işbaşı :s

İnsanoğlu çok nankördür.
Yaz gelir, sıcaklardan bunalıp kış hasreti çeker. Kışında yaz gelsin, yaz gelsin diye veryansın eder.
İşsiz olan, işi olsun diye çabalar. İşi olanda böyle tatil olsun, uyuyayım diye can atar.
Saçı düz olan dalgalı, dalgalı olan düz ister. Sakinlik hareketi, gürültü, sükuneti tetikler. Hep bir şeylerin zıttına -ki bu genelde bulunduğun durumun tam tersidir-
ihtiyaç ve özlem duyulur.
Hep eksik bir yan vardır. Ancak o eksik parça bulununca mutluluk resmi tamamlanır. O parça ilk olarak olması istenilen , listenin başındaki, en öndeki ve dua ederken ilk dilenen şeydir.
O olana kadar sahip olunan diğer değerler, göz ardı edilir ikinci planda kalır.
İnsanoğlu neye açsa ve onu ne doyuracaksa hep ona özlem duyar.
Önceliği o olur.
Onu elde edene kadar da asla tatmin olmaz. Bu yüzden tam anlamıyla mutlu olamaz.
Bana göre “insanların mutsuzluğu kendi tatminsizliklerindendir

Canlılarla hayatımız sarılı.
Ailemiz, eşimiz, dostumuz, arkadaşlarımız var hepimizin.
Bazılarını çemberimize dahil edip, bazılarını etmiyoruz. Çemberdekilere değer verip onlardan da aynı değeri bekliyoruz.
“Ben üç kere selam verdim, o da bir kere versin. Ben geç kalacağımı söylüyorsam, o da söylemeli. Ben ona yardım etmiştim, o neden etmesin ? Aramadı, banane o da arasın.” gibi beklentilerimiz olmayınca canımızı sıkıyoruz, istediklerimiz olmadığı zaman tatmin olamıyoruz. Bu da mutsuz olmamızı kolaylaştırıyor.
Ne kadar veriyorsak, o kadarını söke söke bekliyoruz.
Ne bir eksik ne bir fazla.
Aslında “kendimizi çok seviyoruz”da farkında değiliz.
Sizce zırhlarımızı kuşanmasak, hep daha fazlasını istemesek mutlu olmamız kolay olmaz mı ?




Gayet sağlıklı ve lezzetli bir salata ;
Malzemeler:


  • 1 kutu ton balığı konservesi
  • 1 adet kıvırcık marul
  • 1 adet kırmızı lahana
  • 2 adet salatalık
  • 1 adet kuru soğan
  • 1 kutu mısır
  • 5-6 adet çeri domates

Salata Sosu için:


  • 1/2 çay bardağı zeytinyağı
  • 1 limon
  • 1 tatlı kaşığı nar ekşisi
  • 1 tatlı kaşığı tuz
  • isterseniz acı toz kırmızı biber

Yapılışı:

  1. Kırmızı lahanaları ince ince kıyıp biraz limon suyu ve tuzla harmanlayın.
  2. Marulları iyice yıkadıktan sonra parmak kalınlığında şeritler halinde doğrayın.
  3. Kuru soğanı ince ince doğrayın.
  4. Salatalıkları yıkayıp doğrayın.
  5. Çeri domatesleri yıkayın.
  6. Mısırı süzün.
  7. Salata tabağınıza bunları güzelce yerleştirin.
  8. En üste ton balıklarını koyun.
  9. Sosunu sos malzemelerini çırparak hazırlayın.
  10. Servis yaparken sosunu ekleyin.

ÖNERİYORUUUM !

The Curious Case Of Benjamin Button
F. Scott Fitzgerald’ın 1920’lerde yazdığı ve seksenli yaşlarında doğup, geriye doğru yaşlanan bir adamı konu alan hikayesinden uyarlanan “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi” Brad Pitt oyunculuğuyla karşımızda.
13 dalda oscara aday gösterilen film ödül gecesinden eli boş dönmese de en iyi makyaj, görsel efekt ve sanat yönetimi dallarında aldığı ödüller yeterli miydi tartışılır.
Değişik bir hikaye olması ve Brad Pitt'ten beklenmeyecek derecede iyi bir performans görmem filmi bana sevdirdi.
İzlenmesi gereken ilginç ve duygusal bir yapım olduğunu düşünüyorum.
FRINGE
Lost'un yapımcılarından Lost kadar sağlam bir dizi daha görmek beni memnun etti.
Gizem, sıradışı olaylar, hikaye ve görsellik dolu bir bilim-kurgu dizisi.
Bu dizininde müptelası olunacak gibi.

19 Şubat 2009 Perşembe

Damla Çikolatalı Kek

Değil mi?
Gece gözlerimizi kapadığımızda gezegenimizde 800 milyon kişinin aç uyuduğunu biliyor muydunuz? Yaşadığımız ülkeden sadece birkaç paralel aşağımızda insanlar yiyecek besin bulamadıkları için ölüyorlar. Silaha ve kurşuna bu kadar para dökülürken ne ironik değil mi?

BM Uyuşturucu ve Suç Bürosu bir araştırma yapmış. 155 ülkenin üçte birinde insan kaçakçılarının çoğunun kadınlar olduğu belirlenmiş. Ne kadar ilginç değil mi ?
(Tehlikeli olduğumuzu bilirdim de bu kadarını tahmin etmezdim :(

“One minute” kelimelerinin anlamını artık Türkiye’nin yüzde 48’i başta olmak üzere herkes öğrendi. Ne güzel değil mi?
(Ülkemize gelen bir çok turist ve müşteri “nobody knows English here” diyemeyecek artık)

İstanbul’da trafik sorunu çözülsün diye çok sayıda kavşak yapılıyor.Bunlar keşmekeşi daha çok arttırdığı gibi 3. köprü içinde bilinçsizce, doğayı tahrip edecek şekilde inşaat bölgeleri seçiliyor. Bu yüzden de İstanbul’da az sayıda olan yeşil örtülü alanlar daha da azaltılmaya çalışılıyor. Ne kadar acı değil mi?

AB’ye girmeye çabalarken, demokratik bir ülke olduğumuzu savunurken hala “youtube”un kapalı olması saçma değil mi?

5 yaşından itibaren her gün TV izleyen bir çocuk 15 yaşına gelene kadar 18 bin cinsel taciz, saldırı, kavga ve işkence yolu öğreniyormuş. Ne korkunç değil mi?

Bir Japon yılda 25, bir İsveçli 10, bir Fransız 7 kitap okuyor, Türkiye’de ise 6 Türk ancak bir kitap okuyabiliyor. Ne kadar vahim değil mi?

Böcekten, yılandan, kapalı yerlerde kalmaktan daha çok “insanlardan, yakınlık kurmaktan ve başarısız olmaktan” korkuyormuşuz. Ne tuhaf değil mi?

Genelde insanlar ne zaman tek başına yemek yemek durumunda kalsa, evdeyse çorba yapmaya, dışarıdaysa garsona ilk olarak “ne çorbanız var” diye sorarlarmış.
Yalnız kalınca içleri üşürmüş.İçlerini ısıtmak isterlermiş çorbayla.Aynı şekilde ruhen kirlenmiş veya ahlaken yanlış yapmış hisseden insanların duş alma isteği de duygularını somut bir şekle dönüştürmeye bir başka örnekmiş. Ne enteresan değil mi?

Peter Straub’un “Yitik Oğlan Yitik Kız” adlı kitabında, romandaki evli erkek karakter, eşini ;

“bir orman resmi düşünün, en önde tek ve kocaman bir ağaç duruyor. Onun arkasındakiler flu ve çok uzak.” diye tanımlıyor. Ne kadar hoş değil mi?


Çırptım,çırptım,karıştırdım. Damla çikolatalı kek yaptım :)

Malzemeler:

  • 4 yumurta
  • 1 su bardağı esmer şeker
  • 1 su bardağı sıvıyağ
  • 1 su bardağı süt
  • 3 su bardağı un
  • 1 su bardağı damla çikolata
  • 1 paket vanilya
  • 1 paket kabartma tozu

Yapılışı:

  1. Yumurtaları köpürene kadar çırpın.
  2. Şeker ve vanilyayı katıp çırpmaya devam edin.
  3. Sıvıyağ ve sütü katın.
  4. 3 su bardağı un ve 1 paket kabartma tozunu bir kapta karıştırın.
  5. Sonra eleyerek karışıma katın.
  6. İyice çırptıktan sonra damla çikolataları da ilave edin.
  7. 150 derecede önceden ısıtılmış fırında 45 dakika pişirin.

Issız Adam Film Müziği-Michel Fugain-Une Belle Histoire

ÖNERİYORUUUM !

WALL-E
Hayatımda izlediğim en güzel animasyonlardan biriydi.Hikaye,anlatım ve detaylar çok iyiydi , 2 robotun aşkı ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.
6 dalda Oscara aday olduğunu belirteyim bilmeyenler için.
''En iyi animasyon'' , ''En iyi orjinal müzik'' , ''En iyi orjinal şarkı'', ''En iyi ses kurgusu'', ''En iyi orjinal senaryo'', ''En iyi ses mikrajı''
Hepsini kazanamasa da eli boş dönmeyeceğine eminim.
Mutlaka izlenmeli.



MIRRORS
Gerilim sevenlerin beğenecekleri bir film.
Görsel efektler, hikaye oldukça başarılı.
Kiefer Sutherland'in başrolde olduğu filmin sonu akılda kalıcı nitelikte.
İyiki izlemişim dediğim filmlerden.

12 Şubat 2009 Perşembe

Sevgili Pandoracım beni sevdiği bloglar arasında ödül vermeye layık görmüş. Teşekkür ediyorum arkadaşıma :)
Ben de bana layık görülen bu ödülü sağ tarafta takip ettiğim bütüüüüün blogdaşlarıma gönderiyorum.
~~~~I LOVE YOUR BLOG~~~~

11 Şubat 2009 Çarşamba

Pırasalı Börek


IN THE BUS...
Sık sık otobüs ve tramvaya binenler biraz sonra yazacaklarıma şahit olmuşlardır mutlaka.
Bu ulaşım araçları her gün “yurdum insanı” profilleriyle doludur.Bu vatandaşlarla yolculuk etmek bazen tebessüm edici, bazen can sıkıcı haller alabilir.
Geçenlerde iş çıkışı otobüse bindim. Otobüs benim bindiğim durakta hemen doluveriyor zaten.Diğer duraklara uğramasına gerek yok :)
“Tecrübeli ve bilinçli” otobüs yolcuları olarak hepimiz arkalara doğru ilerliyoruz. Ben de ayakta yolculuğuma devam ediyorum.Bir durak sonra, tutunduğum koltuktaki şahıs inmek için kalktı, bana yer verdi. Ben de oturdum. Oturmadan önce yanımda ayakta dikilen kadın ben oturunca kendisine yer verilmedi diye mi nedir, çantasını omzumun üzerine yerleştiriverdi.Nerdeyse kafamın üstüne koyacak. İtmeye çalışıyorum, kendimi çekiyorum nafile. En sonunda dayanamadım kibarca uyardım.
Amanııııın, kadın tam bir şirret çıkmaz mı?
-Rahat rahat oturuyorsun bir de çantama laf söylüyorsun.
-Çantanı omzumda taşıyarak yolculuk etmek zorunda değilim.
-Ayaktayken sen de benim üstümdeydin.(Külliyen yalan, otobüslerde kimseye değmeden yolculuk yapanların yarışması olsa ben birinci olurum, kadının amacı benimle tartışmak, gazını çıkarmak, belki de kendisine yer verilmesini sağlamak)
Baktım, kadın devam edecek tartışmaya. Ki ben bu tip yerlerde kavga edilmesinden, tartışılmasından hiç hoşlanmayan biriyim. Böyle davrananlara da “çok yanlış” diyen gözlerle bakarım.
-Kusura bakmayın akşam akşam sizinle tartışamayacağım, tarzım değil
dedim ve hemen kulaklıklarımı taktım. Müzik dinlemeye başladım.
Benimle tartışmak için can atan kadın dondu kaldı.
“Bazen susmak en etkili cevaptır” lafının hakkını verdim :p Kendimle gurur duydum ki benim annem, kardeşimle ben çok küçükken otobüse binip, kendisine yer vermeyen erkek otobüs yolcularından birini kurban olarak seçip kafasına çanta geçirmiş insandır.İki küçük çocuklu kadına yer verilmedi diye otobüsü birbirine katmış bir kişiliktir. Bu anlamda annemin genlerini almamışım yani :)

Komik anlar da yaşanmıyor değil tabi.
Bir kere otobüse bir teyze binmişti, daha bu akbiller yeni yeni piyasadaydı ve belediye otobüs şoförleride akbil satışı yapmıyordu. Teyze para vermeye kalkınca şoför, yolculara fazla akbili olan var mı sor demişti.

Teyze otobüsün içine doğru güçlü bir sesle bağırmıştı ; “ Fazla akfili olan vaar mıııı?”
Akfil demişti, hahahaha !!!!

Bir de geçen gün bir belediye otobüsünün üzerindeki reklam yüzünden otobüse gıcık oldum neyseki bineceğim otobüs değildi :) Belki siz de görmüşsünüzdür. “Vakit” gazetesi reklamı. Reklam şu; “Bazı gazeteler okunmak içindir (üstünde Vakit gazetesinin fotoğrafı)
Sol tarafta da “Bazı gazeteler kullanmak içindir” (Üstünde içki şişesine sarılmış bir gazete fotoğrafı) Ne kadar taraflı ve ayrımcı bir düzeyde:(
Yandaşlığın ve ideolojik yaklaşımın halkın içine sızdırılmaya çalışılması bu olsa gerek :(


Toplu taşıma araçlarının içinde genelde tek tip bir ifade şekli vardır. Asık bir surat ve tek bir noktaya bakış. Bu beni biraz kassa da yolculuğum uzun sürmediği için pek dert etmiyorum.
Hem bazen eğlenceli de olabiliyor akfil olayında olduğu gibi :)
Yürümeyi çok sevdiğim için bazen üç durak kadar yürüyüp öyle biniyorum.
Ama en sevdiğim otobüs yolculukları şehirlerarası olanlar. Otobüsün markası Mercedes olursa da değmeyin keyfime :))

Bu börek lezzet anlamında "10" puanı hakeden bir börektir. (Yemekteyiz'de hiç 10 puan veren oldu mu, ben görmedimde :))

Malzemeler:

  • 1 kilo yufka
  • 1 kilo pırasa
  • 2 adet havuç
  • 1/2 çay bardağı sıvıyağ
  • 4 su bardağı yoğurt
  • 2 yumurta
  • Karabiber, kimyon, tuz



Yapılışı:

  1. Pırasaları yıkayıp çok ince kıyın.
  2. Havuçları rendeleyin.
  3. Sıvıyağda önce pırasaları kavurun.Sonra pişmesine yakın havuçları katın.
  4. Tuz, karabiber ve kimyon ilave edip ocağı kapatın.
  5. Yufkaları sigara böreği yapacakmış gibi tek bir yufkadan 6 parça çıkacak gibi üçgen şeklinde kesin.
  6. Genişçe bir kapta 3 su bardağı yoğurt, 1 yumurta ve 1 kaşık sıvıyağı çırpın.
  7. Üçgen yufkalara önce bu yoğurtlu harçtan sürüp, sonra pırasalı harçtan koyun ve sigara böreği sarar gibi sarın.
  8. Yağladığınız tepsiye yanyana dizin.
  9. Üzerlerine 1 su bardağı yoğurt ve 1 yumurtanın sarısını çırptıktan sonra sürün.
  10. En son susam ve çörek otuyla süsleyip 180 derecede fırında pişirin.


ÖNERİYORUUUM !

Five Fingers
Üstteki filmle ortak yanları var politik anlamda.
Sarsıcı bir finalle sizi darmadağın eden,şaşkına çeviren,inanılmaz bir film!

Laurence Fishburne ve Ryan Philippe performanslarıyla filme ivme kazandıran iki isim.
Nerdeyse tek melanda geçen film yinede göz dolduruyor.
Bu tarz filmleri sevenler mutlaka seyretmeli :)

Rendition
Bir defa kurgusu çok başarılı.
İki farklı zaman birbirinin içine çok iyi geçirilmiş. Filmi özellikle bu anlamda çok beğendim.
Senaryo-mekan-senaryonun işlenişi-müzikler çok iyi.
Oyuncuların performansları üst düzeydeydi.
Meryl Streep gene o ustalığını konuşturmuş. Fimde olduğunu kesinlikle hissettiriyor.
Politik yönden iğneleyici mesajlar veren çok kaliteli bir yapım.
Keşke daha önce seyretseymişim.

3 Şubat 2009 Salı

Kadayıf Dolması

Şu aralar ……
Şu aralar farklı, daha önce hiç gitmediğim bir ülkenin, bir sokağındaki sakin bir cafede kahvemi yudumlamak, daha sonra oradan çıkıp etrafa bakınarak saatlerce yürümek istiyorum.
Seyahat etmek, yeni yerler görmek, kendi ırkımdan farklı insanların nasıl yaşadıklarına şahit olmak, küçük bir gezgin olmak istiyorum şu aralar.
Barış Manço bunu ne kadar güzel başarıyordu değil mi?
Dünyanın dört bir köşesine gidip ilk defa karşılaştığı insanlarla çabucak iletişim kurabilen nadir insanlardan biriydi. Benim yaşımdakiler için çok özeldi.
“Domates, biber, patlıcan” diye bir şarkı yazıp bunu aşkla harmanlayıp herkese bağıra bağıra söyletebilen gerçek bir sanatçıydı. On sene olmuş bizlerden ayrılalı. Zaman kavramı beni yine dumura uğrattı.

Yaşadığım ülkeden farklı bir çok unsurla karşılaştım gittiğim şehirlerde.
Avrupa’da binaların çoğu gri renkmiş gibi geldi bana. Havanın sürekli kapalı olması onları öyle gösteriyor sanırım. Ama ip gibi dizilmiş binalar,birbirine paralel ve düzenli.Çarpık kentleşme yok.(Brüksel’de öyleydi.)
Müthiş bir düzen hakim. Beklediğin otobüsün saat kaçta geleceği durakta yazılı. Gecikme diye bir şey yok. Burada 5 dakikada bir gelmesi gereken otobüs trafiğe bir takıldı mı yarım saat sonra geliyor. Sonra gelen otobüse bin binebilirsen, durak stadyum olmuş vaziyette çünkü.
Orada; ana yollardaki ikaz işaretlerini yaklaşmadan nerdeyse 1 km kala görebiliyorsun. Burada yol sapaklarına dizilen tuhaf “bowling pinleri” gibi değil. Sarı renk yanıp sönen ikaz ışıklarını görünce yol ayrımına yaklaştığını anlayabiliyorsun. Üstelik yurtdışında ehliyet alabilmen için 2 sene mücadele vermen gerek. Ben ehliyet sınavında sürücü koltuğundayken ben mi kullandım yanımdaki hoca mı anlamadım. Çünkü sürekli onun ayakları pedallarda hareket ediyordu. Tam bir keşmekeş.

Yalnız, şu tuvaletlerinde taharet musluğunun olmaması çok kötü. Biz bu açıdan onlardan üstünüz kesinlikle. Oralarda evin varsa özel olarak yaptırman gerekiyor bu musluğu.

Parklara çok önem veriyorlar. Eski tarihi binalarına da öyle. Amsterdam’da 1400’lü yıllardan kalma dar ve uzun bir bina gördüğümü hatırlıyorum mesela. Külahta bol mayonezli kızarmış patates yediğimi de:P
Hollanda sokakları her şey serbest bir ülke olmasından dolayı esrar koksa da yol kenarlarına park edilen yüzlerce bisiklet çok hoşuma gitmişti. Canal Bus’la kanal boyunca sıralanan evlerin arasından geçmekte :)


Eyfel kulesinde biz çılgın Türklerin kalıntılarını görmek mümkün. Yazmaya ve imza atmaya olan merakımız orada da kendini göstermiş. Ağaçları ve sıraları kazıdığımız gibi kuleye de isim kazımışız :) (bende kazımış olabilirim ne ayıp :P)


Köln'deki Dom Kilisesi'nden ürkmüştüm. Korku filmlerinden fırlamış gibiydi. Göğü deliyordu sanki, o kadar yüksek :s


Oralarda en çok gördüğüm mağaza H & M (yardımcı olabilir miyim diyen tezgahtarlar yok, seç-beğen-al), bayılarak yediğim yiyecek waffle. (ayrıca devasa snack)

Of of …..
İşte böyleyim bu aralar.Seyahat etmek istiyorum. Bu ekonomi düzelene ve Kılıçdaroğlu başa gelene kadar Yeni Zelanda’ya yerleşeyim diyorum.
Hem başlıca doğal kaynağı “doğal gaz” mış. Daha az fatura gelir :P

Eşimin bayılarak yediği Erzurum'un meşhur tatlısıdır kadayıf dolması. İlk kez yapmama rağmen gayet lezzetli oldu.


Malzemeler:

  • 500 gr. yaş kadayıf
  • 200 gr. dövülmüş ceviz
  • 4 yumurta
  • 4 su bardağı toz şeker
  • 4 su bardağı su
  • Kızartmak için sıvıyağ

Yapılışı:

  1. Önce şerbetini hazırlayın. Şeker ve suyu karıştırarak kaynatın. Biraz ılınınca buzdolabında soğumaya bırakın.
  2. Kadayıfları diderek el ayası büyüklüğünde dizin. İçine dövülmüş cevizi yerleştirip dolma sarar gibi sarın.
  3. 4 yumurtayı mikserle köpürene kadar çırpın.
  4. Kadayıf dolmalarını yumurtalara bulayıp (çok bekletmeyin içinde) önceden kızdırılmış yağda kızartın.
  5. Üzeri nar gibi kızarınca hemen alıp önceden soğuttuğunuz şerbetin içine atın.
  6. Şerbetini çekince ister kaymakla ister kaymaklı dondurmayla servis edin.