31 Temmuz 2008 Perşembe

İzmir Köfte

T e r ö r i z m
Bu nasıl bir beladır ki; bitmek tükenmek bilmez.
Bu ne adi bir canavardır ki ; masum çocukların kanlarıyla, annelerin, babaların feryatlarıyla, gözyaşlarıyla, gencecik askerlerin canlarıyla, kısaca insanların acılarıyla beslenir.
Bu nasıl aciz bir inançtır ki ; insanı insanlığından çıkarıp, yine insana saldırtır.
Bu ne aptalca bir ideolojidir ki ; vicdan denilen ruhani yargıcı ezer geçer.
Bu ne cahilce bir mesaj verme şeklidir ki ; kin ve nefrete dönüşmekten başka bir işe yaramaz.

Bir amaca ulaşmak için böyle kolay yolları seçenler, hiçbir şey elde edemeyeceklerinin farkında değiller midir? Minicik, masum bir yavruyu öldürmenin getirisi ne olabilir? İnsana günahtan başka ne kazandırır?
Siyasal veya dinsel hangi sebeple olursa olsun, masum bir insanın canına kastetmek acizlikten ve akılsızlıktan başka bir şey değildir. Asırlardır süregelen bu girişimler sonuçsuz kalmaya, varılmak istenilen amaç ne ise, beyhude olmaya devam edecektir. Bir insanın, bir halkın canını, evladını koparıp ondan alırsan o insan, o halk sana minnet değil, büyük bir nefret duyar. Senin yoluna gül değil, diken serper. Düşmanca girişimler, düşmanlarını artırır. Yani sonuç; birken bin düşman ve kazancın, elde var sıfır…

Bu terör olaylarını gazetelerde sür manşet yayınlayan, kanlı fotoğrafları kare kare gösteren, kanallarda ağlayan, yakaran terör mağduru kardeşlerimizi bizden çok teröristlerin gözünün içine sokan yayın kuruluşlarına sesleniyorum.Biraz İngiltere’den ders alamadınız mı? Bundan üç sene önce İngiltere metrosuna yapılan terörist saldırının hangi kanlı, acılı karesi aklımızda? Adamlar, canları acısada “kol kırılır yen içinde kalır” misali çektiklerini cümle aleme göstermediler. Bunu yapanları ekran karşısında güldürüp, mutlu etmediler. Haber niteliği taşıyor olsa bile, burada oturup düşünülmeli ve biraz daha akılcı davranılmalı diye düşünüyorum.
Terör mağduru kardeşlerimize rahmet, ailelerine de başsağlığı diliyorum.Umuyorum ve diliyorum ki, bu caniler bir an önce yakalanır ve daha fazla can yanmaz.



Tarifim:
Malzemeler:

  • 500 gr.köftelik kıyma
  • 1 orta boy kuru soğan (rondoda çekilmiş veya rendelenmiş)
  • 1 yumurta
  • Yarım su bardağı ekmek içi (rondoda çekilmiş)
  • Yarım demet maydonoz (ince kıyılmış)
  • 3 adet patates
  • 1 adet domates
  • 2 çorba kaşığı salça
  • 2 adet sivri biber
  • Tuz ve karabiber

Yapılışı:

  1. Kıymayı, yumurtayı,soğanı, ekmek içini,maydonozu, tuzu ve karabiberi bir kapta yoğurup köfte harcı haline getirin.
  2. Köftelere parmak kalınlığında şekil verin.
  3. Patatesleri soyup yıkadıktan sonra kalın halka şeklinde dilimleyip dilimleride ikiye bölün.
  4. Köfte ve patatesleri sıvıyağda kızartıp derince bir fırın kabına alın.
  5. Domatesleri halka halka dilimleyin, biberleride temizleyip ikiye bölün.
  6. 2 çorba kaşığı salçayı 2 su bardağı sıcak suda eritin. Köfte ve patateslerin üzerine boşaltın.
  7. Domatesleri ve biberleri en üste dizin.
  8. Üzerini çok az geçecek şekilde kaynamış su ilave edip 180 derecede fırına verin.




ÖNERİYORUUUM !

Batman-Dark Knight (Kara Şövalye)
Batman serilerinin bu son çekilen filmi Batman'dan çok Joker'e ait gibi.Heath Ledger'ın son filmi ve aynı zamanda oyunculuk anlamında son performansı olan filmdeki başarısı, sinemanın gerçekten çok iyi ve parlak bir oyuncuyu kaybettiği düşüncesini uyandırıyor ve iç sızlatıyor.
En iyi Batman filmi diyemeyiz.Çünkü bundan önceki Batman'in başlangıcını anlatan film çok daha iyiydi. Ve bana göre Katie Holmes daha iyi bir "Rachel" karakteriydi.
Film genel hatlarıyla süperhero filmleri sevenler için izlenmesi gereken bir film.Devam filminin çekileceğide aşikar.

Shoot'em Up-Hepsini Vur
Clive Owen, dünyanın en sinirli ve sert mizaçlı adamıyken kendisini dünyadaki en masum şeyi yani yeni doğmuş bir bebeği korumakla yükümlü bulan Bay Smith’i canlandırıyor. Sayısız kurşun ve akla gelebilecek her türlü ateşli çatışma arasında, Smith, DQ adında (Monica Bellucci) bir hayat kadınıyla güç birliği yaparak, oluşturdukları bu geçici ailenin tüm üyeleri kurşunlara hedef olmadan önce bebeğin hayatının neden tehdit altında olduğu muammasını çözmeye çalışıyorlar.
Filmde "Wanted" gibi "hadi canım" dedirten biraz abartılı silah ve çatışma sahneleri vardı.Ama yine de seyretmekten keyif aldığım aksiyon filmleri arasına dahil oldu.

24 Temmuz 2008 Perşembe

Fırında Çipura

Mışıl mışıl :)
Az uyuyarak mesela 4 saatlik uykuyla bütün gün verimli olabilsem ne güzel olurdu.
En az 8 saat uyumam lazım ki şarj olabileyim.Gün 24 saat.Bunun 11 saati (yolda dahil) işyerinde geçiyor.Kalan 13 saatin en az 8 saati uykuda geçiyor.Kaldı 5 saat.
Şimdi ben bu beş saatte, yemek mi yapayım,yeni tarifler mi deneyeyim, ütü mü yapayım, eşimle vakit mi geçireyim, kitap mı okuyayım ? Ne yapayım ?
İşyerinden eve dönünce kafa zaten kazan gibi oluyor.Bu bedeni de etkiliyor tabi.Beden de yorgun olunca en cazip olanı seçip dinlenme moduna geçiveriyorsun.
Saat 11 olmadan benim gözler kapanmaya başlıyor sonra.Bir rehavet sormayın.
Sonra da benim daha çok zamana ihtiyacım var diye mızmızlanıp duruyorum.
Ama kendimi ciddi anlamda az uyumaya alıştırmam lazım. En azından 6 saat uyusam 2 saat kazanmış olurum.İki saatte az değil yani.Bir çok şey yapılabilir iki saatte.
Az uyumak için neler yapılmalı? diye bir araştırma yapayım dedim.Bir kitap ismi okudum, ilginç ve komik geldi.Erdal Demirkıran’ın bir kitabıymış.”Sadece Aptallar 8 Saat Uyur” adında.Kitabın özü şu; “Önünüze ulaşılması zor hedefler koyun, hedefinizi aşka dönüştürün, bu şekilde az uyuyacak, çok çalışacak ve dahi diye adlandırılan insanlar arasına isminizi yazdıracaksınız” Benim dahi olmaya niyetim yok.Biraz zaman kazanmaya çalışıyorum o kadar.Bu ölümlü dünyada ömrümün üçte birini değil de, dörtte üçünü uyuyarak geçirmek, daha çok kitap okumak, daha çok şey öğrenmek, kendime, aileme, arkadaşlarıma, evime daha çok vakit ayırabilmeyi istiyorum.Olay bu!
Aptal olmadığıma, dahi de olamayacağıma göre beni ilgilendiren az uyuyabilmenin yolları.Bilen varsa paylaşsın. Ama kahve iç falan filan demeyin.Bana işlemiyor çünkü.
Rüyasız da bir gecem geçmez benim ayrıca. Binbir çeşit rüya görürüm.
Bir gün ünlü birinin kocası ölmüş olur rüyamda,onunla beraber ağlarım.Bir gün yemyeşil bahçeli bir evde olurum, içimi müthiş bir huzur kaplar, ertesi gün okyanusta dalgalarla boğuşurum. Bir gün dizilerin final bölümlerini çekerim beynimde, diğer gün etiketlerin cetvelle boyunu ölçerim (işim gereği :)) Yani beynimi öyle dolduruyorum ki demek ki, uyurken bile savaş halindeyim :D
Benim istediğim sadece, yastığa bağımlı olmayan, zinde bir hayat :) Zor değil bence.

Kararımı verdim, az uyku, bol zaman :)

Pazar günü yaptım bu yemeği.Süper oldu ve o kadar kısa sürdüki yapılışı;

Malzemeler:

  • 2 adet çipura
  • 1 adet orta boy soğan
  • 2 adet orta boy taze patates
  • Yarım çay bardağı sıvıyağ

Yapılışı:

  1. Çipuraları güzelce temizleyip yıkayın.Her iki yüzünün üzerine birer çizik atın.
  2. Üç patatesi soymadan iyice yıkayıp elma şeklinde doğrayın.
  3. Soğanıda soyup yıkadıktan sonra halka şeklinde dilimleyin.
  4. Soğanı ve patatesleri biraz sıvıyağla harmanlayın.
  5. Balıklara da fırça yardımıyla sıvıyağ sürün.
  6. Fırın tepsinize pişirme kağıdı serip önce balıkları sonra diğer malzemeleri dizin.
  7. 180 derecede fırınlayın. 1 saat kadar pişirin.

ÖNERİYORUUUM !

Martian Child-Merhaba Dünyalı
Eşini kaybetmiş bir adamın bu dünyaya ait olmadığını,Mars'tan geldiğini düşünen bir çocuğu evlat edinmesini konu alan duygusal bir film.

Tam bir aile filmi, izlenemeniz tavsiye olunur.





Funda Arar- Rüya
Türk Sanat Müziği sevenler için muhteşem bir albüm.
Ses rengini ve gücünü çok beğendiğim Funda Arar bu albümde eğitimini konuşturmuş.
Baştan sona keyif alarak dinliyorum.

17 Temmuz 2008 Perşembe

Etli Biber Dolması

Aqua Dolphin…
İzmir Balçova’da Aqua Su Parkı’na gitmiştik yazmıştım geçenlerde.Tadı damağımızda mı kaldı nedir? Hadi birde İstanbul’dakine gidelim diye geçen Pazar günü için plan yaptık.Ben gidiş için internetten kroki bile print ettim.Ne kadar hazırlıklı ve planlı hareket etme manyaaa olduğumu anlamışsınızdır artık :D
Neyse efendim, kardeşimi aradım, oda bizimle gelecek. Güzel bir Pazar kahvaltısı ettik erkenden.Tam teçhizat çantalarımızı alıp arabamıza bindik.Bahçeşehir yollarına koyulduk.E-6’dan sabahın erken saatlerinde 20 dakikada varılıyor.Ulaşım problemi hiç yok.Ama gel gelelim girişine bir geldik. Amanıııı
nn !!!
Otoparkın dopdolu olduğu yol kenarına park edilen araçlardan anlaşılıyor.Bizde haliyle onların arasına katıldık.Neredeyse bütün İstanbul halkı burada.Giriş kuyruğu sanki emeklilerin maaş kuyruğu. Başı sonu belli değil.Bütün isteğimiz kaçtı o kalabalığı görünce.Kapıdaki görevliyle konuştuk.İçerde kaç kişi var diye? Sabahın saat 10’u ve içerde 5000 kişi varmış.Öğlen gibi kaç kişi olur hayal bile edemedim, etmek istemedim.Etrafıma bakıyorum.İnsanlar mitoz bölünme geçirir gibi çoğalıyorlar. Bir karar vermeliyiz. Girecek miyiz yoksa dönecek miyiz? Kalabalıktan uzaklaşıp kafa kafaya verdik.Birden gözüme üç tane erkek ilişti. Üçüde beyaz uzun kollu gömlek giymiş, kolları sıvamış, kumaş pantolon, kösele ayakkabılar (Polat Alemdar’ın aqua versiyonu) ve ellerinde plastik poşet içerisinde beyaz renk, don mu yoksa mayo mu olduğu belli olmayan giyeceklerini sallaya sallaya girişe doğru yöneldiler. Eveeeeetttt!!!Karar verilmiştir.Dönüyoruz.
İyi ki de dönmüşüz.Çünkü kafadan muhasebesini yaptığımda görülüyorki;
5000 kişiye göre hesaplanırsa (ki bu daha da artmıştır)
Şimdi, 4 adet havuz var.Bu da1250 kişiye 1 havuz düşüyor demek.Yani bu maalesef 1 havuza en az 1250 kişi işeyecek anlamına geliyor.Çünkü bu kadar kalabalığın tuvaletlerde sıra bekleyeceğini sanmıyorum.O yüzden koyver gitsin diyecekler.
Balçova’daki yüzme havuzuna bonesiz girilemiyordu.Burada oda yok.
Yani o havuza girip hastalık kapmama olasılığın çok az bir yüzde. Ama illa ben mantarı, kolerayı çok severim diyorsan girebilirsin :P
Aynı şekilde yemek yemek istesen orada kuyruk, kaydırağa çıksan orada kuyruk.
Kısaca tam bir eziyet yaşayacaktık.
İyisi mi oraya gitmek istiyorsan hafta içi bir gününü ayarlayıp gideceksin ve gönlünce eğleneceksin.
Bizde Pazar sabahı Bahçeşehir havası alıp geri döndük.Oradaki villalar ne güzel ya.Bahçeli falan.Tam bana göre. Süper loto devretmiş, hemen oynayayım bari belki çıkar :p:p


Minik minik biber dolmaları buldum Carrefour'da.Onlardan dolma yaptım.Minik olanların kalın kabuğu olmuyor.Yoğurtla çok lezzetli oluyor.

İşte tarifi;
Malzemeler:
  • 12 adet dolmalık biber (minik olanlardan)
  • 250 gr. kıyma
  • 1 orta boy soğan (küp küp doğranmış)
  • Yarım su bardağı pirinç
  • 1 yemek kaşığı domates salçası
  • 1 tatlı kaşığı biber salçası
  • 2 yemek kaşığı sıvıyağ
  • tuz
  • 2 adet domates (dolmaların ağzını kapatmak için)

Yapılışı:

Dolmaların sap kısımlarını çıkarıp içlerini temizleyin.İçi için kıymayı, soğanı, pirinci, salçaları, sıvıyağı ve tuzu bir kapta karıştırın. Dolmaların içine doldurup domatesle ağızlarını kapatın.Tencereye dizin.Üzerlerine biraz daha sıvıyağ gezdirin.Üstünü geçmeyecek kadar su koyun.Bir tabak kapatıp kısık ateşte 30-40 dakika kadar pişirin.




ÖNERİYORUUUM !

Hancock
Bu zamana kadar hep süper kahramanların insanlara yardım ettiğini izledik.Bu filmde ise gerçek bir süper kahramanın nasıl olması gerektiğini bir insanın öğrettiğini görüyoruz.Hancock bir çok süperman özelliği taşıyor.Uçabilmesi, çok güçlü olması gibi.
Ama Hancock aynı zamanda yalnız,alaycı ve ayyaş bir kahraman.
İnsanlara yardım edeyim derken yaşadığı şehre maddi anlamda çok zarar veriyor ve bu yüzden insanlar şikayetçi olmaya, onu dışlamaya başlıyorlar.İşte burada hayatını kurtardığı bir adam ve ailesi devreye giriyor, ona yardımcı olmaya başlıyor.
Will Smith şarkıcılık dışında bu oyunculuğuda iyi kıvırdı desem yanlış olmaz.Hancock'taki performansı gayet başarılı. Charlize Theron'ın filme katkısını da unutmayalım.O da süper.
Arkadaşlar, film eğlenceli, duygusal, atraksiyonlu, izlenilebilir. Gidin :)
Mahrem-Elif Şafak
"Sessizliğin, altın kadar kıymetli olduğu mahallelerden birinde, bütün gün pencerenin önünde oturup çeyiz işlermiş ana kız. Hayallerin iğne deliğinden geçecek kadar küçük olmalı, dermiş kadın kızına. 'Baktın ki hayalin geçmedi iğnenin deliğinden, boşver onu. unut gitsin. İğne deliğinden geçemeyen hayaller boş hayallerdir. Hüsrandan başka bir şey getirmezler.' Kız dikkatle dinlermiş annesinin anlattıklarını. Sonra dalıp gidermiş hayallere. Ne vakit hayal kursa, elinden kayıverirmiş gergef; iğneyi de beraberinde götürerek."
Kitaptaki Nazar Sözlüğü'nden "İğne deliği" nin karşılığı olan bir hikaye bu. Mahrem, 1999'un İstanbul'unda başlayıp 1999'un İstanbul'unda biten; araya tarihlerin, masalların, ülkelerin, hayvansı insanların, insansı hayvanların, kötülerin, zayıfların, çirkinlerin, güzellerin girdiği, zamanın ve mekânın geçmişle bugün arasında mekik dokuduğu bir roman.
Elif Şafak'ın, kaleme aldığı dördüncü kitabı, üçüncü romanı.
Roman, farklı zaman ve mekândaki masalsı ve gerçek kahramanların ayrı ayrı öykülerinden kurulu.
Mahremiyetse üç rakamda gizli. Bir; yum gözünü, iki; aç gözünü, üç;sobe.
Ben beğenerek okudum :)

10 Temmuz 2008 Perşembe

Baharatlı Tavuk

Kardeşim ve ben
Belki onun erkek, benim kız olmamdan dolayı aynı evin içinde sürtüşmelerimiz çok olmuştur.Benim doğru bildiğimi o yanlış, benim evet dediğime o, hayır derdi çoğu zaman. Ben dışa dönük ve sosyal, o daha çok evcimen bir yapıdaydı.
Buna rağmen genelde iyi anlaşır, birbirimize saygısızca davranmazdık.Tartışmalarımız ve küslüğümüz kibrit alevi gibi akşam yemeğinde istenilen ve uzatılan tuzla son bulurdu.
Uyum sağladığımız, ortak düşündüğümüz konularda vardı elbette.Beraber müzik dinlemeyi, yeni çıkan parçalardan konuşmayı çok severdik.
Erkek kardeşlerin bir misyonu vardır ebeveynlerin gözünde.Bir yere gidileceği zaman özellikle erkek kardeşler, kız kardeş yanında bir bodyguard gibi görülür, başımıza bir bela gelse ona bir süper kahraman gibi kötülerle mücadele etmesi beklenilen bir sorumluluk yüklenir.Sanki dışarı herhangi bir yere gidilirken erkek kardeşimiz yanımızdayken içler daha bir rahat eder. Rahatsız olunacak bir durum gibi gözükebilir dışardan.Ve kafa dengi olmayan, çağ dışı düşünen bir erkek kardeşiniz varsa bu can sıkıcı da olabilir hatta.Ama benim kardeşim öyle olmadı hiçbir zaman.O yüzden birbirimizle dışarı çıkmak sıkıntı değil keyif verirdi bize.Çünkü ne ben onu bir korumacı ya da başımın bekçisi olarak, ne de o beni koruması gereken biri olarak gördü. Bilirdik ki bizim birbirimizden saklayacak bir durumumuz yok, zaten paylaşıyoruz her şeyi.İyi vakit geçirmeye bakardık biz de.
Eşimle tanışmamı sağlayan, buna vesile olan da kadere bak ki kardeşim olmuştur.
Hayatımın önemli adımlarından birini atmam da kardeşimin parmağı vardır.
O askere giderken çok ağlamıştım, aynı evin içinde sürekli dip dibe yaşarken çok zor oluyor tek çocuk kalmak.
Evlenince ben onu tek çocuk bıraktım aynı evin içinde sonra. Ama hayat böyle!
Ben evlenince çok istediği odama yerleşti, şimdi sefasını sürüyor:)
Bir fotoğrafımı gördüm geçen gün odasında, çerçevelemiş koymuş.Çaktırmadım ama hoşuma gitti.
Aramızda çok az yaş farkı olduğu için beraber ve arkadaş gibi büyüdük biz. Birbirimizin hayatlarına etkimiz çok fazladır.
Bilirim ki, her zaman benim yanımda, arkamda olacak.Aynı evde yaşamasakta, ayrı yollara sapsakta kalplerimizde ve beyinlerimizde sonsuza kadar beraber olacağız. Etle tırnağız biz çünkü. Aynı toprağın yan yana yeşeren tohumlarıyız.
Kızkardeş eksikliğime gelince, evet bunun eksikliğinide hissettim ara sıra.Kıyafetlerimi paylaşacağım, geceleri dedikodu :p yapacağım bir de kızkardeşim olsaydı fena olmazdı, ama olsun, belki olsaydı tepişirdik gece gündüz :D Kimbilir :)

Bu baharatlı tavuğu haftalar önce yapmıştım.Mayonezle çıtır çıtır gidiyor. Birde kızarmış patates yanına. Tamamdır.


Malzemeler:


  • 2 adet tavuk göğsü
  • 1 çay bardağı süt
  • 1 yemek kaşığı sıvıyağ
  • 1 çay kaşığı acı toz kırmızı biber
  • 1 çay kaşığı biberiye
  • 1 çay kaşığı karabiber
  • isterseniz kekik
Yapılışı:


Tavuk göğüslerini şerit halinde parmak parmak doğrayın.Tavaya sıvıyağı koyup tavukları sotelemeye başlayın.Tavuklar suyunu salınca 1 çay bardağı süt ilave edin.(Süt, tavuğun o çiğ kokusunu alıyor ve etler daha yumuşak oluyor)Ara sıra karıştırarak tavukların renkleri dönüp kızarmaya başlayınca baharatları ilave edin. Alın size basit ve pratik bir tavuk yemeği. Üzerine kremalı mantarlı sos hazırlayıp dökebilirsiniz. Öylede lezzetli olur.





Yumurtalı Patates

Ben bu yemeği sabah, öğle, ikindi, akşam, geceyarısı, kısacası günün her saatinde yiyebilirim.Neden mi? Çünkü bayılıyorum bu tada. Çocukluğumdan beri vazgeçemediğim ve en çok sevdiğim yemektir yumurtalı patates. Dün akşamda canım bir çekti. Hemen çarçabuk yaptım ve yumuldum :D
Yapılışında bir şey yok. Patatesleri zevkinize göre doğrayıp kızartın. Üzerine 2 yumurta kırın.Karıştırarak pişirin.
Mmmm bu akşam yine mi yapsam acaba? :p

ÖNERİYORUUUM !

21
Black Jack hiç oynadınız mı? Bu filmde oldukça fazla oynanıyor.
Filmin özü kumara dayanıyor. Genç ve çok zeki bir öğrencinin istediği üniversiteye girmek için kumara başlaması ve kumarla beraber hayatının değişmesi filmin konusunu oluşturuyor.
Las Vegas, kumar masaları, dönen dolaplar, kolay para...
Vasat ama sıkmayan bir film.
Filmde geçen "Winner winner chicken dinner" cümlesi bizdeki "bul karayı al parayı" cümlesiyle aşağı yukarı aynıymış.

SUPERNATURAL
Şu sıralar 3. sezonunu seyretmekteyiz.
Doğaüstü olayları seviyorsanız, korku ve gerilimden hoşlanıyorsanız tam size göre bir dizi.Bu sene ilk sezonu TNT'de yayınlandı.
Bana göre çok kaliteli ve başarılı bir dizi.Top 10'im de 3. sıraya yerleşti. İki kardeşin doğaüstü yaratıkları yoketme maceraları izlenilir kıvamda :)

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Zeytinyağlı Barbunya

Tatil gibisi yok !
Kısacık tatilimiz bitti ve biz döndük :(
Pazartesi günü işe dönüp adapte olmak müthiş zor oldu.Sabah erken kalkıp beni bekleyen bilumum etiketin (kıyafetlere dikilen etiketlerin üretimini yapan bir firmayız biz) hesabı kitabıyla boğuşmak, personelin giriş çıkışlarının veri transferini yapıp kontrol etmek…vs,vs havuz ve şezlongu özletti biraz.Neyse, ne yapalım ekmek parası :p
Tatilimizle ilgili detaylara gelince ;
Gider gitmez kendimizi düğünde bulduk, manzarası süper bir açık hava teras restoranını seçmişler.Karşıyaka’nın en güzel balık restoranlarından biri olan Altınbalık’taydı düğün.İstanbul’da boğazda olsa gece o esintide üşürdüm ama İzmir’in havası bir başka.Ilık ılık esiyor, hiç sıkıntı vermeden.
Bilenler vardır, artık gelin ve damat salona girmeden onların bebekliklerinden bugüne kadar olan fotoğraflarını bir klip gibi projeksiyondan slayt şeklinde gösteriyorlar. Öyle duygulanıyor ki insan, hele gelinin ve damadın annesi babası için bu duygusallık iki katına çıkıyor.Sonrası, hasretle kucaklanan akrabalar, daha çok çocukluk anılarıyla dolu sohbetler, danslar, çekilen hatıra fotoğrafları, havai fişekler, mutluluk dilekleri ve hayır duaları… Ne diyelim, ömür boyu mutlu olmaları en büyük temennimiz.
Bu tatil bizim için dinlence tatili olmadı, bol bol gezdik, ziyaretler yaptık, arkadaşlarımızla, akrabalarımızla güzel vakitler geçirdik.Sadece kaçamak yapıp bir gün Balçova’daki Aqua City Su Parkı’na (kulelere tırman,botla kay,dalga havuzunda zıpla, süper ama çok yorucu), iki gün de Çeşme-Ildır’a, Erythrai Noble Otel’e gittik.Yalnız Erythrai, eritti bizi :D(Bu arada Erythrai, Ildır’ın antik dönemdeki ismiymiş.)
Bir defa otelin yeri gerçekten güzeldi, manzarası, havuzu fena değildi. Amaaaaa o yemekleri ?? Bunları yazmazsam olmaz.Çünkü iyi ve hak eden şeyleri övmek gerektiği gibi, yanlış ve olmaması gereken şeyleri de söylemek gerek.
Şimdi, ilk geceki açık büfe ana yemekler menüsünü sayıyorum ; balık, sütlü balık, sütlü patates, pilav. Menü bu. İnanamadım.Dört yıldızlı bir otel, mümkün değil diyorum, tekrar tekrar gözden geçiriyorum. Yemeklerin başında servis yapan aşçılara soru işareti saçan gözlerle bakıyorum.Maalesef menü bu.Neyse tabaklarımıza daha çok soğuk meze ve salata doldurarak (ki onlarda çeşit açısından yeterli değildi)masamıza oturduk.Eşimle ben birbirimize bakıyoruz, ikimizin kafasından da aynı düşüncelerin geçtiğinin farkındayız. Bunun yanlış bir sunum olduğunu söylememiz lazım.Tam o sırada masaları dolaşarak memnuniyetleri sorgulayan şef garson yanımıza geldi.İsmi “Mustafa Kemal”miş.Öyle bir gururla söyledi ki Atatürk yanımıza geldi sandım:D Çok yüce bir ismin olabilir, ama Atatürk’te bu menüyü görse senin kulağını çekerdi. Mustafa Kemal Bey’e bütün düşüncelerimizi anlatıp, hayal kırıklığına uğradığımızı belirttik.Bugünün balık günü olduğunu belirtti,bize özel bir yemek yaptırmayı teklif ederek telafi etmeye çalıştı, ama biz kabul etmedik. Özel bir şey istemiyorum ki ben, orada bir sürü müşterin var hepsine özel mi yapacaksın? Hiç kimse memnun değil.Hem balık günü ne demek? Tabldot mu bu? Bir açık büfede sadece ana yemek olarak en az beş altı çeşit yemek olmalı, yani oraya gelen insanlar alternatif görmeli ki damak zevkine göre yemeğini seçebilsin.Balayında Büyük Abant Oteli’ne gitmiştik. İnanılmaz bir mutfağı ve açık büfesi vardı.Çok memnun kalmıştık. O otelin üçte birini yapabilselerdi kafiydi. Her Cumartesi gecesi İstanbul Gelişim Orkestrası’yla anlaşma yapmışsın güzel, bir de mutfağını geliştirebilsen çok iyi olacak.Otelde merkezi klima sistemi var ve ne mantıksızdır ki gece saat 12’den sonra kapatılıyormuş.Beni çarptığı için klima çalışırken uyuyamıyorum o yüzden biz farkedemedik.Bunu da bize yana yakıla otelin müşterilerinden bebeği olan bir bayan söyledi.Çocuğu sıcaktan uyuyamadığı için kendilerini de uyutmuyormuş.Kadıncağız telefon açıp otel sorumlusuna bunu söylediğinde adam pişkin bir şekilde “ben yorganla uyuyorum”diye cevap vermiş.İnanılmaz !!!!
Çalışanlarına bu yaz sıcağında uzun kollu ve halı desenli gömlekler giydirmeleri, bilardo salonundaki(amerikan bilardosuna bayılıyorum, fena da oynamam hani :p) o boş bardaklara iki gün boyunca el sürülmemesi bu otele bizim açımızdan çok puan kaybettirdi.
Bu işletme sistemiyle, bu vurdumduymazlıkla bu otelin çok kısa bir zamanda müşteri kaybedeceğini ve kapanma noktasına gelebileceğini görebiliyorum.Eğer kendilerini düzeltmezlerse yazık olacak manzarası süper olan bu otele. Buradan uyarılır!!!
Eveeet!!!! Tatilimiz genel olarak bana göre dolu dolu, renkli, hareketli ve bir o kadar da eğlenceli geçti. Darısı tatile çıkacakların başına :D
Ve kalan tatilime diyorum ki; “biri banaaa gelsiiiiin, ooda sensiiiiiin” :DDDDDDDDDDD

Yazın vazgeçemediğim yemeklerinden zeytinyağlı barbunya, soğuk soğuk, mis gibi.
Malzemeler:

  • 1 kg.taze barbunya
  • 2 adet havuç
  • 1 orta boy soğan
  • 2 adet domates
  • 1 adet sivri biber
  • 5 diş sarımsak
  • 3 adet kesme şeker
  • 2 yemek kaşığı sıvı yağ
  • 1 tatlı kaşığı kırmızı biber
  • Tuz

Yapılışı:

Barbunyaları ayıklayıp yıkadıktan sonra güzelce haşlayın.Tencerede sıvıyağda önce küçük küçük dilimlediğiniz havuçları,ince ince dilimlediğiniz sivri biberleri, sonra küp küp doğradığınız soğanları ve sarımsakları soteleyin.Yemeklik doğranmış domatesleri de katıp biraz pişirin.Barbunyaları,kırmızı biberi, tuzu ve şekerini de katıp bir karıştırın.Üzerini iki parmak geçecek kadar sıcak su ilave edip kısık ateşte pişirin.


Soğuk olarak servis edin.Afiyet bal şeker olsun :D Yanına pirinç pilavı yapmayı unutmayın.





Dip not: Vizyondaki Mark Wahlberg'in başrolde olduğu "Mistik Bir Olay" filmini seyrettim.Fakat beğenmedim.Filmin yönetmeni Shamalayan'ın "Köy" filmini de beğenmemiştim.Bu adam eskiden daha güzel filmler mi yapıyordu ne?"Altıncı His" nefisti mesela.

ÖNERİYORUUUM !

Wanted
Son zamanlarda seyrettiğim en iyi aksiyon filmi. Şiddetle seyretmenizi öneriyorum.Angelina Jolie'nin muhteşem performansı büyüledi beni.Zaten çok severim kendisini.Bu filmle daha bir hayran oldum sanki.Filmdeki yakın plan kurşunun silahtan çıkış ve hedefe gidiş çekimleri bir harikaydı.Hızlı giden tren üzerindeki tünele giriş sahnesi,
arabaların takip sahneleri, hele limuzinin tepesinden takla atarak hedefi vurma sahnesi tam anlamıyla alkışlıktı.Senaryo çok iyi, oyuncuların yetenekleri hat safhada.James Mcavoy'da ilerde daha da konuşulacak ve adı duyulacak bir isim bence.
Hemen bilet alın !!!
Speed Racer (Hızlı Yarışçı)
Speed Racer Wachowski kardeşlerin Matrix'ten sonra yazıp yönettikleri ilk film.
Görsel açıdan özellikle arabalara düşkün erkek çocukları için biçilmiş kaftan olan filmde rengarenk arabalar, yarış sahneleri göz kamaştırıyor.
Hikayesine gelince, anlatım dilini çocuklara göre biraz ağır bulsamda,
onun dışında sıradışı ve başarılı bir senaryo diyebilirim.