27 Şubat 2008 Çarşamba

Zeytinyağlı Yaprak Dolması

4-5 gündür hastalıktan kırılıyorum.Grip beni süründürdü resmen.2 gün gözlerim yandı ateş gibi.Acaba dedim bilgisayara bakmaktan iyice bozuldu mu,iflas mı ediyor gözlerim? Meğer grip geliyormuş ta önce gözlerimi ziyaret etmek istemiş.Sonra başıma,ciğerlerime ve sinüzlerime yayıldı.Güzelce bir yerleşti.Gitmek bilmiyor günlerdir.İçtiğim portakal suyunun haddi hesabı yok.O beni zayıflatmaya çalıştıkça ben savaşıyorum, direniyorum.Az kaldı, yakında ona sevdanın yolları, bana sağlıklı günler:)
Bir yandan bununla uğraşırken bir yandan da “House” seyredince içim dışım her tarafım sağlık,ilaç,hastane,doktor,hapşuruk,öksürük oldu:)
Niye insan her şeyin kıymetini kaybedince anlar? Sağlığı bozulunca bedeninin ne kadar değerli olduğunu farkeder? Böyleyiz işte, nankörüz. Halbuki tiril tiril giyinmeden, baş ıslak dışarı çıkmadan, terliksiz yerlere basmadan, dikkat ederek, bedenimize özen göstererek yaşayabilsek.Gerçi ben yukarda yazdıklarıma gerçekten dikkat ederim.Ama yine de hastalık kapıyı çalmak istedi mi çalıyor.Hatta çalmıyor, çatkapı girip yatıya kalıyor.Defetmeye çalışsan da edemiyorsun.Sadece ilaçla,vitaminle kalacağı günleri azaltıyorsun.
İnsanoğlu nankör dedim ya, hiçbir şeyi başımıza gelmeden önemsemeyiz,önlemini almayız. Sigara içenler, akciğer kanseri olmadan yaptıklarının ne kadar yanlış olduğunun farkına varmazlar.Olunca “ah keşke içmez olaydım” derler yolun sonu gözükürken.Şeker hastalığı olanlar ya da yüksek tansiyonu olanlar “aman bir dilim daha yiyeyim ne olacak” deyip, nefislerine hakim olmazlar sonra bunun cezasını çok ağır öderler.
Hayat bu kadar basit değil.Ciddiye alınması gereken, çok önemli bir şey. Ömrümüz, içinde yaşadığımız bu beden çok kıymetli değil mi?Kayınvalidem diyabet hastası olduğunu öğrendiği günden beri, bedenine öyle güzel bakıyorki, hayran kalırsınız.Bu başına geldi diye hayata küsmeden, hastalığıyla barışık ve onunla savaşarak yaşamına devam ediyor.Sporunu yapıyor, yediklerine dikkat ediyor.Şimdi daha genç ve dinamik görünüyor.Hastalıklarda böyle davranmak,hayata tutunmak bana daha doğru geliyor.İnsanın direncini arttırdığına ve ömrü uzattığına inanıyorum.
Bir de yaşlı insanların, yaşları ilerledi diye köşelerine çekilmeleri düşüncesini çok yanlış buluyorum.Türkiye’de genelde bu böyle. Brüksel’de kahve içmek için bir cafeye girdiğimde gençlerden çok, 60 yaşını aşmış insanları görünce hem çok şaşırmış, hem de çok hoş bulmuştum.Çünkü orada yaşayan yaşlı insanlar hayatlarına sahip çıkmışlar ve hala zevk almaya çalışıyorlardı.Yaşam onlar için bitmemişti.Hala öğrenilecek, keyif alınacak o kadar çok şey vardı ki. Bunun farkındaydılar.Kimi kahvesini içerken,kitabını okuyor,kimi yine yaşlı bir dostuyla oturmuş sohbet ediyordu.Çokta şıktılar, üstlerine başlarına çok özenliydiler.Burada öyle değil.Buradaki yaşlı amcalarımız,teyzelerimiz ihtiyarlayınca ellerindeki bütün hakları kaybettiklerini düşünüyorlar.Daha ölmeden mezara girmeyi tercih ediyorlar.Bir nevi hazırlık gibi. Yaşlılık her ne kadar gençlikte olan enerjiyi götürse de, ruh dimdik ayakta kalır diye düşünüyorum.Benim babam 60 yaşında olmasına rağmen “kendimi 18,5 yaşında hissediyorum” der her zaman.Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil ama yaşamın her yaşta ciddiye alınması gerektiğini savunanlardanım.Hani Ataol Behramoğlu demiş ya ;
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

Bu dolma haftalar önce yapılmıştı, hasta olduğum için çok yemek yapamadım açıkçası.Tarifini vermek bugüne kısmetmiş.

Malzemeler:

  • Yarım kilo asma yaprağı (hazır haşlanmış)
  • 1 çay bardağı sıvıyağ
  • 1/2 su bardağı su
  • 2 su bardağı pirinç
  • 6 adet büyük boy soğan (yemeklik doğranmış)
  • 2 yemek kaşığı dolmalık fıstık
  • Yarım demet dereotu
  • 1 tatlı kaşığı toz şeker
  • 2 tatlı kaşığı kuş üzümü
  • karabiber,tuz
  • 2 su bardağı sıcak su
Yapılışı:
Ayıkladığınız pirinci yıkayıp derin bir kapta kaynamış suda yarım saat kadar bekletin. Yemeklik doğradığınız soğanları tencereye yarım su bardağı su koyarak ve yarım yemek kaşığı da tuz ilave ederek öldürün.Sonra 1 çay bardağı sıvıyağ ilave edin.
Pirinçleri süzüp tencereye ilave edin.Karabiberi,fıstığı,kuru üzümleri,toz şekeri ilave edip karıştırın.En son altını kapatıp kıydığınız yarım demet dereotunu ilave edip karıştırın.Kapağını kapatıp ılınmasını bekleyin.
Asma yapraklarını tuzlu suyu gitsin diye bir kaç kere sudan geçirip yıkayın.Hazırladığınız dolma harcından biraz biraz yaprakların içine koyup sigara böreği gibi sarın.Yayvan bir tencereye dizin.(Tencerenin dibine bir kaç tane yaprak yayınki dolmalar dibine yapışmasın)Dizim bittikten sonra en üste de yaprak yerleştirip bir tabak kapatın.
2 su bardağı sıcak suyu dolmaların üzerine döküp ocağa koyun.Su kaynamaya başlayınca altını kısıp yarım saat kadar dolmalar suyu çekene kadar pişirin.Soğuyunca servis tabağına alıp limonla servis edin.

ÖNERİYORUUUM !

The Machinist
Bu hafta hastalığımdan dolayı hiç sinemaya gidemedim.O yüzden vizyondaki ve oskara layık görülen filmler hakkında henüz öneride ve yorumda bulunamıyorum.Ama en kısa zamanda izlemek planlarım arasında.Şimdi ise Christian Bale'in müthiş bir oyunculuk sergilediği 2004 yapımı bu filmi izlemeyeniniz varsa izlemelisiniz diyorum.Filmde bir insanın hayatının ve psikolojisinin nasıl değiştiğine tanık olup, vicdan kavramının en büyük yargı sistemi olduğunu anlıyorsunuz.

19 Şubat 2008 Salı

Çikolatalı Islak Kek

Şu anda olsa, ne iyi olurdu dediğiniz, özlem duyduğunuz şeyler varmı ? Arada olur ya hani insanın canı bir şeyler çeker, derin bir iç geçirir, bir yerlere gider gelir.
Mesela sabah arabada işe giderken düşündüm, geçmişte yaşadığım hangi zamanları ya da nesneleri özlüyorum diye.
Mesela;
Eşimle tatile çıktığımızda arabayla Çeşme’ye giderken Susurluk’ta durup köpüklü ayran içtiğimiz zamanı ÖZLEDİM.
Çocukken her gün okul çıkışı aldığım,burnuma ve boğazıma kaçan leblebi tozunu ÖZLEDİM.
Musluktan avucumla kana kana su içebildiğim zamanları, cep telefonunun henüz üretilmediği, telefon açmak için yan komşuya gidilen zamanları ÖZLEDİM.
Evimizin bir alt sokağındaki arka bahçede baharda uçurulan rengarenk uçurtmaları seyretmeyi ÖZLEDİM.
Teypte, boş kasetlere doldurduğumuz kendi sesimizi, söylediğimiz şarkıları daha sonra tekrar tekrar dinleyip katıla katıla güldüğümüz zamanları ÖZLEDİM.
İçini patlayacak kadar doldurduğum kırmızı kalem kutumu, annemin her hafta özenle kolaladığı, taş gibi yaptığı dantelli önlük yakalarımı ÖZLEDİM.(O kadar serttiki, boynumu acıtırdı bazen :))


Babamı sürükleye sürükleye Eminönü’ne götürüp aldırdığım Heidi’nin çizgi roman kitabını ÖZLEDİM.
2004 yılbaşında gittiğim Brüksel’in, Köln’ün, Paris’in, Amsterdam’ın sokaklarında dolaşmayı(külahta patates kızartması yemeyi), yani başka bir ülkede turist olmayı ÖZLEDİM.
Avşa’da güneşin batışını seyrederken kahve içmeyi ÖZLEDİM.
Bekârken dostlarımda kalıp sabaha kadar sohbet etmeyi ÖZLEDİM.
Bakırköy’den trene binip Cankurtaran’da inip müzelere yürümeyi, Topkapı ve Arkeoloji müzelerini gezmeyi ÖZLEDİM.
Yeşil çimenlerin üzerindeki minderlere yayılarak ve kuruyemiş yiyerek Çeşme’de gece açık hava sinemasında film seyretmeyi ÖZLEDİM.
Yaz mevsimini, denizi, kumsalı, dalgaları, güneş yağındaki hindistan cevizi kokusunu ÖZLEDİM.


Galiba hem çocukluğumu, hem de tatil yapmayı özledim.Bu saydıklarımın özü bu galiba.
İnsan özlem duyuyorsa, o duydukları onu iyi hissettiren, geçmişindeki güzel anılarıdır. O anıların bazılarını tekrarlayabiliriz, bazılarınıysa beynimizdeki anı defterimizde saklamak zorunda kalırız.Yapılmasına inandığım bir şey var diyorum ya, “mutlu olmayı umma,bekleme,şu an mutlu ol” diye”. Şu anı en güzel şekilde yaşayıp mutlu olmak elimizde, ama arada nostalji yapıp geçmişimizin bizi gülümsetmesi de kötü değil.Geçmişimde yaşadığım her iyi ve kötü anı beni ben yaptı.Bugünlere getirdi.Eğer hayatımda özlem duyduğum anılarım varsa iyi bir hayat geçirmişim demektir.Şimdi ise bugünü ne kadar dolu ve iyi yaşarsam ilerde de bugünkü yaşadıklarıma özlem duyacağım.O zaman diliyorumki bol bol özlem duyabileceğim şeyler yaşayayım :)
Dilerim sizlerde yaşarsınız, o kadar da bencil değilim canım :)



Şimdi geçen haftalarda misafirlerime yaptığım ve beğenilen kekimin tarifini veriyorum.

Malzemeler:

Kek için:

  • 4 adet yumurta
  • 1 su bardağı toz şeker
  • 1 çay bardağı sıvıyağ
  • 1 çay bardağı süt
  • 3 yemek kaşığı kakao
  • 1.5 su bardağı un
  • 1 paket kabartma tozu

Keki ıslatmak için:

  • 1.5 su bardağı süt
  • 1 paket bitter çikolata (80 gr.)
  • 4 yemek kaşığı pudra şekeri
Üzeri için:

  • 1 paket hazır krema
  • 2 paket sütlü çikolata (160 gr.)
  • 1 yemek kaşığı pudra şekeri
  • Fındıklı draje
Yapılışı:

Keki yapmak için derince bir kapta yumurta ve tozşekeri çırpın.Sonra sırayla sütü,sıvıyağı,kakaoyu ekleyip mikserle yüksek devirde çırpın.Unu ve kabartma tozunuda ekleyin.Onları da iyice karıştırdıktan sonra altını yağladığınız kelepçeli kalıbınıza döküp 180 derecede keki pişirin.Pişince kalıbında ılınana kadar bekletin.

Keki ıslatmak için sütü,pudra şekerini ve çikolataları kısık ateşte çikolatalar eriyene kadar pişirin.Onuda ılıtıp kekin üzerine dökün.Kekin bu sosu tamamen çekmesini bekleyin.

En son krema,pudra şekeri ve sütlü çikolataları aynı şekilde eritip pişirin.Kekin üzerine döküp soğuyana kadar kalıpta bekletin.2 saat kadar buzdolabına koyabilirsiniz.

Üzerini en son fındık drajeleriyle süsleyin.

:))


ÖNERİYORUUUM !

SMALLVILLE
6 sezonunuda seyrettik bitirdik efendim.Vatana,millete hayırlı olsun :))
Şu dönem 7. sezonu gösteriliyor.Süpermenin gençliğini, ailesini, ilk aşkını, sırrını korumak için verdiği mücadeleyi ve yeteneklerini keşfetmesini güzel senaryo ve bölümler eşliğinde seyredebilirsiniz.
Biz hayalgücü barındıran, fantastik öğeler içeren filmleri sevdiğimiz için Clark Kent'i izlemekten keyif aldık.
Size de tavsiye edebilirim.

14 Şubat 2008 Perşembe

Café de Paris Soslu Antrikot

Sevgililer Günü üzerine bir yazı

Bugün; son yıllarda çok önem verilen, sevgililerin iple çektiği ve “flört edenlerin evlilik yıldönümü” niteliğinde olan, sevgilisi olmayanlarınsa buruk olarak karşıladıkları bir gün.
Bugün; çiçekçilerin bayram ettiği, hediyelik eşya satan mağazaların bol kazanç sağladığı bir gün.
Bugün; bazılarına göre, sevginin hat safhada gösterilmesi ve altının çizilmesi gereken bir gün.
Bana göreyse; sadece zamanında özel bir gün olarak düşünüldüğü için, günümüzde de bas bas insanların kafasına sokulduğu için kutlanan bir gün.
Özel günlere önem vermeyen biri değilim elbette.Daha önceleri bugüne sevgilisiz girdiğim için üzülenlerdendim.Ama büyüdükçe ve belkide evlenince bugün benim için önemini yitirdi. Hayatımızda özel günler var mı? Tabi ki var. Sadece daha farklı günler anlam kazandı bizim için.
Ama özel bir günün, özel olabilmesi için o gün insanın kendini özel hissetmesi önemli değil midir ?
Bence herhangi bir gün habersizce alınıp buzdolabına yapıştırılmış 2 konser bileti, hep almak istediğiniz bir kitabın elinize tutuşturulması, hiç özel olmayan sıradan bir günde sevdiğinizin elinde çiçekle çıkagelmesi, her gün açtığınız çekmecede bir gün “seninle çok mutluyum” yazan bir kart bulmak,…. Bunlar size o günü özel hissettirmez mi?
Hayatın anlamını daha da anlamlandıran ismi konulmuş özel günler değil, herhangi özel olmayan bir günün size özel kılınmasıdır.
Eskiden içinde “love is” yazılı ve aşkın anlamını bir tek cümleyle ifade etmeye çalışan sakız kağıtları vardı. Aslında severdim o sakızları. Küçücük bir çocukken bile aşkın, sevginin önemini o küçük yüreklerimize öğretmeye çalışırdı o kağıtlar.
Büyüyünce ve de içine girince sevginin, aşkın sadece hissetmekle değil, hissettiklerini gösterip, mutluluğu sevdiğin insana her dakika geçirebilmenle paralel olduğunu görüyorsun.
Sevgiyi göstermek sadece tek bir güne saklanıyorsa, sevgi tam değil, bir şeyler eksik demektir. Bugünün heyecanını yaşayanlar için pek iyi bir yazı olmadı belki bu ama beni anladığınızı biliyorum.
Bugüne önem verenlere de saygı duyuyor ve onların “Sevgililer Günü” nü kutluyorum ve her gününüz bugünün anlamını taşısın diyorum.


Geçtiğimiz Cumartesi, akşam yemeği için antrikot almıştık. Ben de yemeknamede tarifini okuduğum, antrikotun üzerine dökülüp servis edilen bu sosu denemek istedim. Bir kaç malzemeyi evde bulamadım ama olanlarla da süper lezzetli bir sos olduğunu ve ete çok yakıştığını söyleyebilirim.Kesinlikle deneyin.


Malzemeler:

  • 6 adet antrikot (biz iki kişi olduğumuz için 2 adet aldım)
  • 125 gr.tereyağı
  • 1 adet rendelenmiş soğan
  • 4 diş rendelenmiş sarımsak
  • 1 paket krema
  • 1 tatlı kaşığı hardal
  • 1/2 tatlı kaşığı ketçap
  • 2 yemek kaşığı ince doğranmış maydonoz
  • 1 tatlı kaşığı kekik
  • 1 çay kaşığı pulbiber
  • 1 çay kaşığı köri
  • 1 çay kaşığı karabiber
  • 1 limon suyu ve kabuğunun rendesi
  • tuz

Tarifte olupta benim ekleyemediklerim;

  • 1 yemek kaşığı tarhun
  • 1 tatlı kaşığı biberiye
  • 1 tatlı kaşığı worchestershire sos

Yapılışı:

Antrikotları 1 parmak kalınlığında kestirin ve dövdürmeyin.Böyle kuruyup sertleşmiyor, içi daha yumuşak oluyor.Teflon tavada arkalı önlü kendi suyunda pişirip kızartın.Tereyağında soğanı ve sarımsakları soteleyin.Sonra hardalı,ketçabı ve maydanozu ilave edin.Baharatların hepsini ve tuzu ilave edip, kremayı katın. İki dakika kaynatıp altını kapatın.Sos hazır.Sıcakken etin üzerine döküp yanında kızarmış patatesle servis edin.


Kendinize dikkat edin :))


ÖNERİYORUUUM !

Attila İlhan-Ben Sana Mecburum
En sevdiğim şairdir kendisi.Birine tutsak olmak ancak bu kadar güzel mısralarda toplanabilir ;
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.

8 Şubat 2008 Cuma

Beşamelli Tavuk Mantar Sote

Şu aralar bir kitap okuyorum.Elif Şafak’ın son çıkan kitabı “Siyah Süt”.
Biraz kadın okuyuculara hitap eden bir kitap olmasına rağmen ben erkeklerinde okumasından yanayım.
Elif Şafak benim yeni okuduğum bir yazar.Daha önceki kitaplarını özellikle geçen sene çok satan “Baba ve Piç” adlı kitabını duymuştum.Ama bir türlü alıp okuyamamıştım.Bu okuduğum kitaptan sonra yazdığı bütün kitaplarını okumaya karar verdim.Çünkü içtenliği, anlatımının yalın oluşu, ağır bir dil kullanmaması keyifle okumamı sağladı.
Bir yazarda aradığım en önemli şeylerden biridir yalın olması.Bir yazar, bana kitabında uzun uzun ve çok bilinmeyen kelimelerle kurduğu cümlelerini anlayabilmem için o cümleleri birkaç kere okutmamalı.Anlatmak istediğini sade ve anlaşılır bir dille anlatmalı. O zaman sıkılmıyorum, okudukça okuyasım geliyor. Burada mecaz yapmasın, tasvir yapmasın demiyorum.Ama bunu sırf cümleleri süslemek için ve “aman ben ne donanımlı bir yazarım”düşüncesi uyandırmak için yapıyorsa ben o yazarı okuyamıyorum.
Elif Şafak’ın bu romanı otobiyografik bir roman.Kendi hayatının bir bölümünü anlatıyor.Kendi iç seslerini birer bireye dönüştürerek onlarla konuşuyor, hayatıyla ve ona yön vermekle ilgili hepsini tek tek dinliyor.
Aslında burada verdiği mücadele, “yazar” bir kadının eğer “anne” olursa onu nasıl etkileyebileceği üzerine.Anaç yönünü bastırmalı mı yoksa günyüzüne mi çıkartmalı?
Kariyerini sağlamlaştırabilmek için kadınlığını rafa mı kaldırmalı yoksa her ikisini de gayet güzel başarıyla yürütebilir mi? Bu sorularına cevaplar arıyor.
Kitapta; anne olmayı tercih eden ya da etmeyen Türk ve Dünya Edebiyatı’ndan bir çok kadın yazardan örnekler veriyor. Bu yazarların yaşamlarıyla ilgili ilginç olaylar öğreniyorsunuz.
Kariyerleri nedeniyle anne olmamayı tercih eden kadınları düşündüm.Bu bir tercih tabi, ama insanın gün gelipte, hele hele yaş ilerledikçe, daha çok ortaya çıkan anaçlık duygusunu bastırabilmesi, kendinden fedakarlık etmesi zor olmalı. Belki de bana öyle geliyor.Herkesin içinde yaşattığı duyguları, verdiği kararlardan sonraki rahatlamayı ya da pişmanlığı bilemezsin.Gerçi pişmanlık biraz zaman geçtikten sonra ortaya çıkan bir olgu. Anneliği, dünyanın en yaşanılası mucizelerinden birini yaşamamayı tercih etmek, düşündürücü, bir o kadar da şaşırtıcı.
Elif Şafak’ta anaçlığına yenilmiş yazarlardan.Kitapta doğum yaptıktan sonra yaşadığı acı, tatlı duyguları, gelgitleride bulabilirsiniz.

Yemek tarifime gelince ;

Malzemeler:

  • 2 adet tavuk göğsü (küp küp doğranmış)
  • 300 gr.mantar (mantarın büyüklüğüne göre küp doğranmış)
  • 1 yemek kaşığı sıvı yağ
  • Karabiber,kimyon,tuz

Beşamel sos için:

  • 50 gr.margarin
  • 3 su bardağı süt
  • 2 yemek kaşığı un
  • tuz
Üzerine :


  • 250 gr.kaşar rendesi
Yapılışı:
Sıvıyağda önce tavukları soteleyin.Daha sonra mantarları ekleyip, suyunu çekene kadar pişirin. Ayrı bir tavada margarini eritin.Unu ilave edip topak topak olmadan ve karartmadan kavurun.Sütü yavaş yavaş ilave edip krema haline gelinceye kadar karıştırın.Tuzunu katıp 5 dakika kadar daha pişirin. Fırın kabınıza tavuk-mantar soteyi boşaltın.Biraz tuz, karabiber ve 1 çay kaşığı kadar kimyon katın.Üstüne beşamel sosuda katıp karıştırın.En üstede kaşar peyniri rendesini yayıp önceden ısıtılmış 180 derece fırında üzeri kızarana kadar pişirin.

Not: Sotenizi yaparken soğan ve biberde ekleyebilirsiniz.Ben kullanmadım.





ÖNERİYORUUUM !

I am Legend-Ben Efsaneyim
Salı akşamı sinemada seyrettim bu filmi.Merak ediyordum;senaryo sadece bir oyuncu üzerine kurulunca yeterince başarılı olabilmiş mi diye? Will Smith bence bu işin altından kalkmış.Son dönem aynı konuda (bir virüs yüzünden insanlığın yokolması, saldırganlaşması ,günışığında değil gece karanlığında ortaya çıkabilmeleri) bir çok film çıktı."28 Gün Sonra","Resident Evil" gibi.Bence bu film hepsinden daha kaliteli.Tek başına bomboş bir şehirde yaşayıp, aynı zamanda virüsün panzehirini bulmaya çalışmak,virüslülerle mücadele etmek ve hayatta kalmaya çalışmak.

Hem umut, hem umutsuzluğu yaşayan bir doktorun insanca savaşı.

Senaristler insanlığın sonunun bir virüsle geleceğini düşünüyorlarki böyle filmler çoğaldı.Aslında günümüzde bu hiçte mantıksız değil.

Hannibal Rising-Hannibal Doğuyor
Anthony Hopkins'in oynadığı diğer Hannibal serileri kadar etkileyici olmasa da, Hannibal Lecter'ın nasıl bir insan eti yiyen seri katile dönüştüğünü, çocukluğuna ve gençliğine dönerek, yaşadığı travmayla paralel gözler önüne sererek anlatıyor.





2 Şubat 2008 Cumartesi

Kornişonlu Patates Salatası

Sporla aranız nasıl?
Benim şimdilerde hiç aram yok. Bundan seneler önce bir spor salonuna yazıldığımı hatırlıyorum. Step yapmış ve alet çalışmıştım.Şimdi tık yok.Yağlarımla kardeş kardeş yaşıyoruz.Kilo indeksim her ne kadar normal kiloda olduğumu göstersede eski çıtır :), fit vücudumu özledim.Zaman mı yok, yoksa rahatlığa mı alıştı vücudum bilemiyorum.Ama bu egzersiz olayına bir yerlerden başlamak lazım.Bu böyle gitmez.Yaş ilerledikçe enerji azaldığı ve hücreler yenilenleri aheste aheste yaktığı için vücudun yağ stoğu gittikçe artıyor.Ve alınan kilolar ne kadar yediklerine, içtiklerine dikkat etsende vücuda yerleşiyor ve çok zor kilo veriyorsun.
Bazı istisnalar var ki hani dünyaları yese kilosu sabit kalan arkadaşlar.Onlara gıpta ediyorum.Nasıl bir yediğini yakmadır bu.Pilavla,makarnayı ekmekle yerler.Yine aynı kilo,yine aynı kilo.İnanılmaz.Ben aynı şekil yesem vay halime.
Bu konuda bir insanın vücudunu arabaya benzetir eşim.Bir arabaya benzini doldurup o arabayı hiç kullanmazsan o benzin azalırmı?azalmaz.Bizim vücudumuzda öyle,ne kadar yiyecekle depolarsan vücudu, eğer hareket etmezsen yediklerini yakamazsın.
Yani bu işin sırrı, sadece diyet yapıp az yemekte değil, hareket edip spor yapmakta ve aynı zamanda sık sık ama az az yiyerek, aldığın kaloriden daha fazlasını harcamakta yatıyor.Sabah kalktığı zaman nasıl dişini fırçalamadan evden çıkmıyorsa ve bunu nasıl alışkanlık haline getirmişse kişi, şu spor,egzersiz olayınıda aynı şekilde yapmalı. Ama yok zor geliyooor.Halbuki ne kadar faydalı.Ömrümüz uzayacak, nefesimiz açılacak, daha hızlı ve dinamik olacağız.Üstüne üstlük daha genç ve fit bir vücuda sahip olacağız,……. Ay başlamam lazım :(

Spor yapamasamda spor karşılaşmalarını seyrederim. Olimpiyatları, şampiyonaları takip ederim. En çok seyretmekten keyif aldıklarım NBA karşılaşmaları ve buz patenidir.Futbolda izlerim ama diğerlerinden daha çok keyif alırım.
Ne kadar estetik bir spordur buz pateni. Pırıl pırıl parlayan buzun üzerinde bir kuğu misali süzül
en sporcular insanı büyüler. TRT’nin tek kanal olduğu yıllara denk düşen çocukluğumun en en eğlenceli kış günleriydi artistik patinaj yarışmaları. Heyecanla bekler, uyku saatim geldiği halde uyumaz seyrederdim.Şimdide seyrediyorum TRT’de. Hiç kaçırmam :)

Spor muhabbetinin üstüne salata tarifi iyi gider;

Malzemeler:
  • 5 orta boy patates (haşlanmış, kabukları soyulmuş)
  • 10-15 adet kornişon turşu (çokluğuna siz karar verin)
  • 1 adet kırmızı soğan
  • Yarım demet taze nane
  • Yarım demet maydonoz
  • Zeytinyağı
  • 1 tatlı kaşığı nar ekşisi
  • 1 adet limon
  • Tuz,acı toz kırmızı biber,az da kuru nane

Yapılışı:
Haşlayıp,kabuklarını soyduğunuz patatesleri çok küçük olmamak şartıyla küp küp doğrayın.Kornişon turşularını isterseniz boyuna ince uzun dilimler halinde, isterseniz
yuvarlak dilimler halinde kesin.Kırmızı soğanı önce ikiye sonra dörde bölüp ince ince doğrayın.Naneyi ve maydonozuda kıyıp hepsini harmanlayın.Tuzunu ve baharatlarınıda attıktan sonra Üzerine önce limon ve nar ekşisini en son zeytinyağını gezdirin.Püf noktası buymuş.Çünkü salataya yağ önce gezdirilirse
diğer sos malzemelerinin salata tarafından emilmesini önlermiş.

Sonra da afiyetle yiyin.


ÖNERİYORUUUM !

The Brave One-İçindeki Yabancı
Jodie Foster 'ı genelde gerilim filmlerinde seyrederiz. Bu filmde gerilim unsurları taşımakla beraber daha çok dramatik bir film. Film "sokakta yürümek" diye bir radyo programı yapan ve yakında sevdiği adamla evlenecek olan bir kadının hayatının nasıl bir kabusa dönüştüğünü, rahatlıkla keyifle yürüdüğü sokakların bir anda yaşamını değiştirip onu korkuyla buluşturmasını ve bu acı ve korkuyla belkide sokaklardaki bütün pislik insanları temizlemeyi kendine görev edinen bambaşka biri haline bürünmesini anlatıyor.
RATATOUILLE
Bana yemek yapmayı bir kere daha sevdiren bir film bu.
Bir farenin mutfakta dolaşması, hele hele yemek yaptığını düşünmek ne kadar tiksindirici olsada burada bu fareyi çok sevimli ve becerikli buldum:)) Animasyon sinemasına çok iyi bir katkısı olmuş.Filmdeki yemek eleştirmeni karakteri iyi betimlenmiş.Aynı zamanda şiveli ağızlarda komik olmuş :) Verdiği mesaj ise "Herkes yemek yapabilir"